22 Kasım 2008 Cumartesi

Bİr Avuç Kirmizidir, Ömrümüze Sürülen.....


Vazgeçtim çocuk olmaktan, çocukça yaşamaktan, hayatın karşısında çocukça durmaktan.
Vazgeçtim hiç olmamış, hiç olamamış bilyelerimden, bisikletimden, kalemim, defterimden.
Kitapların olsun istemiyorum artık, aklımdan çıkardım bulutlarla oynaşan uçurtmayı.
İstemiyorum başımı her koyuşumda diken olup batacak yastıkları, düş kurmaktan başka bir işe yaramayan yumuşak yatakları, giymeye heyecanlandığımız bayramlık ayakkabıları; ha unutmadan, bir de bayramları. Uzun zaman oldu bir bayramla yüz yüze gelmeyeli.

Siz onları isteyenlere verin.
Biliyorum; onları isteyenlerin dudakları hiç susuz kalmadı, bir seher vakti evleri ile beraber mutlulukları yağmalanmadı.

İşitiyorum; hiç kan dolmadı gövdelerine babaları hançerlenirken gözlerinin önünde. Henüz kundakta olan kardeşleri, minik bir kuşun gökyüzünden koparılması gibi çekip l-koparılmadı yeryüzünden parçalanarak vücutları. Saçlarında yıldızları biriktiren annelerinin siyah yemenilerinden tutulup saatlerce toprakta sürüklenmiş kan rengi bedenini görmediler.
Mühim meşguliyetleri var başka yerdeki çocukların. Top koşturuyorlar sokak aralarında onlar, kendilerine has oyunlar oynuyorlar, bir şeyler içiyorlar, arkadaşlarla gezmeye çıkıyorlar, çiçek topluyorlar kırlardan rengarenk; ama hiç namlu niyetine taş toplamadılar yıkılmış sokaklarda.
Bir taşın sertliği ile yüzleşmedi ömürleri. Oysa biz yaramıza kapamak için dahi bir taşı bir pamuktan daha çok yeğledik; geceleri yıldızların sayıldığı vakitlerde kaç kör yüreği inletiriz diye yıldızların yerine taşları hesap ettik. “Ben kim miyim?” ben un ufak olmuş düşlerin arasında kendi hayallerini kırmıza boyanmış olarak bulan bir savaş çocuğuyum. Buralarda resimler, düşler ne mavidir ne pembe; her şeyde ve her yerde kırmızı hakimdir olabildiğince.
Yollar kırmızı; bulutlar, dağlar kırmızı; avuçlarımız, gözlerimiz hep ...
bir gülün kırmızısı değildir hemhal olduğumuz; uçuşan düşlerimizi önüne katıp götüren, geride bir yığın kırık ömür, yorgun gecelerde asılı kalmış birkaç tebessüm, biraz avare, biraz hissiz bir hüzün ve kan gölünün kesif kokusu sinmiş katil bir kırmızıya aşinadır ruhumuz.
Daldan kopardığımız her şey kırmızıdır artık.

Kana bulanmıştır, kırmızıdır; anamın başından kaptığım hasret kokulu son yazması.
Kör, sağır ve dilsiz vicdanların zulmüne hala direnebiliyorsak, vaktin beş memesinden sabır emdiğimizdendir ve her bir yaramıza öpücükle selam kondurduğumuzdandır.
Çünkü biz biliriz ki; dünyaya ve kurşunlara gözlerimizi ilk açtığımız gün kulağımıza ezan, yüreğimize gözyaşı ve ağıt, avuçlarımızdaki her çizgiye de direniş okunmuştur.

Ve biliriz ki; bundandır bu kadar çok yitişimiz yaşam için. Artık suskunum ve omzumdaki dağlar üşüdüğündendir yorgunluğum.
Kuru, cılız göğsüm artık tedirgin; ne de olsa ben bir çocuğum. Fakat ben vazgeçtim çocuk olmaktan, hayatın karşısında çocukça durmaktan, çocukça yaşamaktan.
Şimdi ürkek bir inilti göğsümde: siz büyük olanlar!
Benim gibi gülerek karşılayabilir misiniz adressiz kurşunları?
Söyleyin, rolleri değişmenin vakti gelmedi mi?



Yorgun Savaşçı Düşmüstür Ama..............

Cephane Bizden Değil.....

14 Kasım 2008 Cuma

Yiğidim.....


Yiğit Zor zamanda Belli Olurmuş!.

İmtihanlar sözünün eri olanların seçilmesi ,iyi ile kötünün,sağlam ile çürüğün,sadık ile kazibin,dürüst ile döneğin,tembel ile çalışkanın ayrışması için olmazsa olmazdırlar…
Hayat bir okul.Ve her dünyaya gelen bu dünya okulunda okumak zorundadır,başka seçeneği yoktur çünkü.Mektebi geçmek isteyen, mutlaka imtihandan geçer.

Kulluk mektebinin imtihanı ise Sünnettullahtır!.

İman iddiasında bulunanlar, mutlaka bu söylemlerindeki samimiyetleri için sınavdan geçerler.Yani İmanlar imtihan edilirler.“Andolsun, biz kendilerinden öncekileri de denemişken, insanlar, “İnandık” deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanarlar? Allah elbette doğruları ortaya koyacak ve elbette yalancıları da ortaya koyacaktır.”(2.3Ankebut suresi).
İmtihan varsa soru da var demektir. Elbette ki her sınıf kendi seviyesinde sorularla muhatap olacaktır. Bunun içindir ki iyilerin imtihanı hep çetin olmuştur..


İşte Peygamberler!.Tevhid denilince hemen hatırladığımız hz. İbrahim!.
Can ile,mal ile ve evlat ile imtihan edilmişti. Canıyla ateşe atılırken perva etmemiş,malını verirken perva etmemişti… Hatırlayalım!.
Hani Çölün ortasına hanımını ve İsmail’ini(en sevgili) bırakırken,hangi babanın yüreği el veriri ki; bakkalın,marketin,evin olmadığı bir yerde biricik evladını bıraksın!.Ama İbrahim= Teslimiyet olunca,imtihanlar silsilesi arda arda geliyor.Sonra kendi elleriyle çocuğunu kur’ban etmesi imtihanı!.Hz Musa İsrail oğullarının elinden az mı çekti, Fravun ile mücadelesinin yanında!…


Hz. Muhammed (sav) ise Yılların adını “Hüzün yılı” koyacak kadar imtihan edilmişti…
Ona inananlar da imtihan edileceklerdi..kimisi evlatlıktan red edilerek,kimisi ateşlere atılarak!.Kimisi yollara düşerek,hiç tanımadığı,dillerini,kültürlerini bilmediği beldelere gitmek zorunda kalarak!. Yiğitlerin ortaya çıkması,yiğit yüreklilerin ayrışması için imtihan kaçınılmazdı.Kısacası imtihan kaçınılmazdı, imtihanın şeklini de Allah belirliyordu.
Yasaklar,zindanlar,işkenceler,hastalıklar,sağlıkla r,evlatlar,evlatsızlıklar,barışlar,savaşlar,kavgal ar hepsi imtihan için!...


Yiğit zor zamanda belli olur yiğidim!.

Uhdud ashabı gibi ateşten çukurlar dahi olsa çağdaş putların önünde eğilmemek,dik durmak,yalpa yapmamak er kişinin işidir.
Her taraftan kasırga eserken,kökünden sökülmemek er kişinin işidir elbette!.. Rüzgara göre yön değiştirmek ise her kişinin işi.
Dik duran yiğitlere taktıkları ”irtica””gerici” gibi yaftalara aldırmadan,hal dili ile” Sahabe hassasiyetini günümüze taşımanın adı gericilik ise ben gericiyim” diyebilmek ancak er kişinin işidir yiğidim!..Modern ve çağdaş olmak(ne demekse) uğruna kendi değerlerini hiçe saymak,kimliğini,kişiliğini alabora etmek her kişinin işi..

Yasaklar olmadan,moda denen illet olmadan tesettüre sahip çıkmak her kişinin işidir!.Yasaklara direnmek,türlü türlü dünyalık cazibesine rağmen modaya direnmek er kişinin işidir!

Yiğit zor zamanda belli olur yiğidim!

Bankalar bangır bandır bağırarak faiz oranlarının artırdığı yerde, parasının hükümdarı Allah bilip eğilmemek er kişinin işidir!. Bu zamanda ekonomi faizsiz olmuyor,kredi kartı nasılsa caizdir diyerek kıvırmak ise her kişinin işi!


Yiğit zor zamanda belli olur yiğidim!.
Kadınların kahır ekseriyetinin ,adını koymaktan bile utandığım,geldiği manayı yazmaktan ar ettiğim, her türlü süslerini,ziynetlerini ortaya sererek arz-ı endam ettiği bir yerde, iffetlerini korumak,harama bakmamak er kişinin işidir…
Her gördüğüne trene bakan gibi bakmak ise her kişinin işi!..Herkesin tesettürlü olduğu bir yerde “Gözlerinizi harama bakmaktan koruyun” ayetini yaşamak zor olmasa gerek!..
Yiğit zor zamanın adamıdır yiğidim!.

Duygulara kapılıp çizgisinden kaymak her kişinin işidir,ama duyguların HAKİMİ ALLAH'TIR diyerek Tevhid ekseninde kalmak ise er kişinin işidir...Bilmezmisin ki her kişi 'KİŞİ' değildir ancak er kişididr kişilikli olan!.
Yiğit zor zamanda belli olur yiğidim!

Herkes etrafında saygı gösterirken,menfaatine dokunulmazken, kardeşlik sergilemek her kişinin işidir.. Amma kişisel menfaatine dokunduğu halde bağrına taş basıp” İnsan hatasız olmaz” diyerek.” Davama ihanet etmedi ki,davamızı baltalamadı ki, vurduğu darbe banadır,aldattığı benim” diyerek kardeşiyle kardeşlik sürdürmek ise er kişinin işi, çünkü yiğit zor zamanda belli olur yiğidim!.

Adeta ateş çemberindeyken Dine,dinin emirlerine tutunmak elbette ki yiğit yüreklilerin işidir..Onların imanı köklü çınar gibi kök salmıştır kalplerine, hiçbir fırtına sökemez yerinden.”İnsanlar arsında öyleleri de vardır ki Allah’a, bir yar kenarındaymış gibi kulluk eder. Ona bir iyilik gelirse yatışır, başına bir bela gelirse yüz üstü döner.
Dünyayı da ahireti de kaybeder. İşte apaçık kayıp budur. “Hac suresi.11)..Onlara esen 28 şubat rüzgarı bile yeter. Sonbaharda yere düşmüş yaprak gibi savrulurlar her bir yere..vesselam...


Sabiha Ateş Alpat


3 Kasım 2008 Pazartesi

Nuveyba...

Dostum...


MuSTaFa iSLaMoĞLu

Dostum, güneşe bak, toprağa bak, suya bak, buluta bak; fakat, arkana bakma.. Kimin geldiği önemli değil, kimin
gelmediği de… Unutma, yolcu değişir, yol değişir, ama menzil değişmez.
Yolcuya bakıp, yolu tanıma.Yola bak, yolcuyu tanı, yolcu hakkındaki kıymet hükmünü ona göre ver. Vahim olan,

yolun yolcusuz olması değil; Asıl vahim olan yolcunun yolsuz olmasıdır; Yolsuz, hedefsiz, amaçsız, şaşkın, hercai ve
seyyal…

"En doğru yol : en dikensiz yoldur" diyenler seni aldatıyorlar. Onlar, karanlık evlerinde kaybettiklerini sokak
lambasının altında arayan şaşkınlardır. Aldırma…

Ayağına batan dikenler, aradığın gülün habercisidir. Dikenine katlanmaktan sözedenler, aşıkmış gibi davrananlardır.
Gerçek aşık olanlarsa, dikenini de severler.

Dostum, yollar yürümek içindir. Fakat, şu gerçeği de hiç unutma : Yürümekle varılmaz, lakin varanlar yürüyenlerdir.
Yol boyunca; Yola çıkıp da yürümeyenleri, yola oturup, gelen-geçenin ayağına çelme takanları, yolda metafizik
uyuşturucularla keyif çatanları, tel örgülerle çevirdiği yolu, kendisine zindan edip volta atanları, maratona 100 metre
koşucusu gibi hızlı girip, 50. metrede yola yatanları, yürüşün uzun ve yolun zahmetli olduğunu görünce, yolculuk üzerine
zar atanları , yürümeyi bırakıp, yol-yolcu ve menzil üzerine kalem oynatanları, ayağına batan tek bir dikenin faturasını
çıkarıp, ömür boyu tafra satanları, beyaz atlı kurtarıcıyı gözlemek için ufka bakıp bakıp dağıtanları, yanlış kılavuzlara
kızıp yolu satanları göreceksin.

Aldırma, yürü. Göğsüne yüreğinden başka muska takma. Vahiy haritan, Nebi kılavuzun, akıl pusulan, iman sermayen,
amel azığın, sevgi yakıtın, ahlak karakterin, edep aksesuarın , merhamet sıfatın, şeref ve izzet adın olsun. Doğru yol :
insanların çoğunun gittiği yol değil, düşünen öz akıl sahiplerinin yoludur.

Yolda vereceğin her molayı özeleştiri durağında vermelisin. Unutma, tevbe özeleştiridir. Kendisini hesaba çaken,
başkalarınca hesaba çekilmekten kurtulur.

Her molada yolda olup olmadığını, yürümen gereken menzil istikametinde yürüyüp yürümediğini kontrol etmen, pişman
olmaman için elzemdir. Yön tayini sık sık gerekli olabilir. Haritayı saklayabile-ceğin en güvenilir yerin yüreğindir. Bir
şey daha : Pusulayı sahte manyetik alanlardan, paraziter nesnelerden uzak tut; İbreyi saptırırlar da haberin olmayabilir.

Yol emniyetin için gerekli olan şartların başında bilinç gelir. Bilincini tahrif edecek her türlü uyuşturucudan uzak
durmalısın. Hobilerinin, fobilerinin, korkularının bilincin üzrindeki saptırıcı etkisini iyi hesap etmelisin. O'ndan
başkasından korkarsan , korktuğunun başına musallat edileceğini kesinlikle bilmelisin.

Yolda düşeceğin en büyük tuzak, yersiz korkularının tuzağıdır; Yani, kendi benliğinin sana kazdığı tuzak.

Hayırlı yolculuklar dostum.

1 Kasım 2008 Cumartesi

Cecen Ana...



Açın sesini müziğin!

Milenyum diyorsunuz siz.

Bilmem kaçıncı bin yıla girerken aynı isimli gazeteler çıkarıyorsunuz.

Dünyanın dört bir yanından canlı olarak yayınlanacak

eğlenceler tertip ediyorsunuz...

Alın işte size armağan ediyorum yavrumun katılaşmış bedenini.

Biliyorum liderleriniz uzun uzun yeni bin yılın insanlığa barış,

hoş görü, mutluluk ve para getirmesi için temennilerde bulunacaklar.

O akşam, yılbaşı gecenizin tadını bozmayalım diye, zaten çarpıtarak

yayınladığınız vahşet görüntülerini de kaldıracaksınız yayından.

Yüzünüzü gökyüzündeki havai fişeklere çevirip,

bizim gökyüzümüzden yağan bomba seslerini duymayacaksiniz bile.

Sizin gökyüzünüzden yağacak ışıklar ile,

bizimkiler arasındaki farkı bile anlayamayacaksınız.

Size kahkaha sarhoşluğu, bize ölüm getiriyor ateş yağmurları.

Kiminiz karınıza, kiminiz çocuğunuza, kiminiz patronunuza, eşinize,

dostunuza, oğlunuza, kızınıza hediyeler alacaksınız...

Alın işte, ben bütün dünyaya armağan ediyorum oğlumun cansız bedenini.

Din adamları kutsallığa dair ayetler okuyacaklar, inançsızlar hümanizmden

bahsedecek biliyorum...

Ve hatta, en barbarlarınız bile o gün kan içmeye ara verecek...

Çocuğumun kanının tadını hissetmemek için şarap, votka içecekler

biliyorum.

En son ne zaman sarıldınız çocuklarınıza bilmiyorum.

Ama bu benim son defa sarılışım evladıma.

Daha doğru dürüst oyun bile

oynamadan elimden alanlara kahretmek yetmiyor.

Söndürmüyor içimdeki yangını. Size, koşa koşa, şen şakrak yeni bin

yıla girerken şarkılar söyleyen kitlelere hediye ediyorum minik yavrumu.

Karla karışık mermi yağdı mı üzerinize?

Soluduğunuz havanın kimyasal silahla katıştırılmiş olduğundan

endişelendiniz mi hiç?

Bastığınız yerde mayın çıkmasından tedirgin olup,

içtiğiniz suyla zehirlenmekten çekindiniz mi?

Çocuklarınız oyun bahçelerinde dadılar eşliğinde gezinirken,

kolu kopmuş bir Çeçenyalı çocuk gördünüz mü?

Seslerini yukseltin muzik setlerinizin...

Görüntülerini hızlandırın televizyonlarınızın.

Havai fişeklerinizin sayılarını arttırın. Daha çok için, daha çok sarhoş olun.

Gözlerinizi kapatın... Bakmayın resimlerimize, görüntülerimize...

Ama eğer görürseniz elimde oğlumun

cansız bedeniyle duran resmimi, kaçamazsınız artık.

Size armağan ediyorum yavrumu!

Vicdanlarınıza bir bıçak gibi saplıyorum işte...

Savaşların hiçbirini çocuklar çıkarmadı, anneler çıkarmadı.

Acının çoğunu çocuklar çekti, gözyaşının çoğunu anneler döktü.

Çocuklarınıza gösterin çocuğumun resmini.



Annelerinize gösterin benim göz pınarlarımın kuruduğu bu resmi.

Ölümün en uzak durması gereken günahsız bir yavrunun ölüsünü

armağan ediyorum yeni yıl hediyesi olarak çağdaş dünyaya.

Bu kaskatı beden, düne kadar korksa da ölümden, evlat gibi kokardı.

Gözüm gibi bakar, üzerine titrerken yağdı üzerine ölüm.

Planlarını kurduğunuz bilmem kaç bininci yılda ona yer yokmuş demek ki!

Kurguladığınız gelecekte Çeçen bebelere yer açmıyorsunuz madem,

alın işte gözünüze sokarcasına uzatıyorum yavrumun ölu resmini!

Hadi durmayın sevinin. Planlar yapın milenyuma dair...

Gece eğlenceleri için randevular verin birbirinize.

Hiçbirini yapmasanız bile, dünyanın bir yerinde acı çeken,

ölen, ağlayanları unutacaksınız biliyorum.

Doğan her gün bir doğumdur savaşı yaşayanlar için, bunu bilmezsiniz siz.

Batan güneş ölümün habercisi...

Ölüm en çok gece kusar üzerimize...

Bebelerimiz en çok rüyalarına girmesinden korkarlar düşmanların.

Yeni yıl gecesi siz atarken şuh kahkahaları,

ben oğlumun kaybolan sıcaklığını arayacağım soğuk sığınaklarda.

Ne duruyorsunuz?!!

Açın seslerini müziklerin... Eğlenin, coşun, yiyin, için.

Kapatın gözlerinizi, bakmayın resmimize...

Görmeyin ölümün fotoğrafını. Bebeğin ölümünü. Masumiyetin ölüsünün.

İnançsızları, vicdansızları, körleri anlarım.

Ama dualarını bile esirgeyen inananlara da armağan ediyorum bu resmi.

İmanın en zayıf tepkisini bile gösteremeyenlerin vicdanlarına

saplıyorum hançer gibi.

İsterseniz bakmayın bu resme. Yazıyı da okumayın.

Kapatın gazeteyi. Saatinize bakın. Sonra takvime...

Kaç hafta kaldı yeni yıla? Tatil kaç gün?

İki mi, bir mi?

Sarhoşları alacak mı yine resmi devlet arabaları meyhane önlerinden?

Peki evladımın cansız bedeni hep kucağımda mi kalacak böyle?

Yüreğiniz yetiyor mu bakmaya minik yavruma?

Kalbiniz taşıyabilecek mi anlatacaklarımı?

En iyisi boşverin siz. Yükseltin müziğin sesini,

sıklaştırın adımlarınızı..

Kaçın...

Kendinizden kaçın, vicdanınıza bir sığınak bulun.

Kabul edemeseniz de benim yeni yıl armağanımı,

sağanak gibi yağacak bebeğimin cansız bedeni gecenize!