19 Ağustos 2009 Çarşamba

VATAN UĞRUNA KALK AYAĞA...


Kalk vatan içi... ve kanını onun uğruna akıt!
Tembellik, uyuşukluk sebeplerini çıkar,
Bir kenara atıver!
Şayet öldürülürsen,sen asla ölü sayılmazsın!
Sonsuz nimetler lütfedilecek sana çünkü
Ölümü tadarsa bir kimse cenk meydanında
Temizlenmez mi bedene bulaşan hastalıktan
Bir hayatı ölü gibi geçiren kimse
Ki o bela ve acı dolu
Mücadelenin tadına varabilir mi?

Haydi,kalk ayağa ve tarih yaz,çünkü
Tupların takipcileri kirletmiş bulunmaktadır tarihi
Gayret et engelleri aşmaya
Ta ki yol bulasın zirveleri ulaşmaya

Terk et nefsin arzularını ki
Edebiyyen horlanıp alcalmayasın
Gecenin korkunç karanlığını del
Onun libasını çıkar at!
Uyandır artık fecrin mahmur gözlerini

Ağlamak mı,onu kadınlara bırak!
Hüzün elbisesi giymek yakışmaz sana
Kirletilen Kudüs'ün fedaisi nerede?
Kim kurtaracak Kudüs'ü,
Candan geçen yiğitler olmazsa

Hayber'e haykırınız!
İsteklerin peşine düşerseniz şeyet
Ve adaletlerini yaşarsanız Yahudi'nin
Bir zevki olmaz mücadelesiz hayatın
Bu durumda müjdeliyorum
Hz.Ali'nin arkasında saf tutan
Fedaileri!...

İşte karşıda Ka'ka,
Şehid düşeceği yeri arıyor
Bürünmek için hazırlanmış kefenini
Mühendis Yahya atını eğerliyor
Ondan başkası savaş ateşini söndüremez elbette

Bir çıkıversin akıncıların aslanı kınından kılıcını
İşte o zaman kurtulur ülkeler,helak olmaktan
Fakat kaçmak,kaytarmak ahlak olursa bizlere
And olsun Allah'a bir yurdumuz olmayacak asla
İçinde rahat edeceğimiz...


Şehid Dr.Abdülaziz Rantisi

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Tünel



Gazze'nin kenar mahallelerinin birinde bir adam iki katlı bir evin çatı katında durmuş, uzak bir noktaya gözle¬rini dikmişti. Çıplak gözle bakmaktan yorulup eline aldığı dürbünle bakmaya devam etti.
Haşim'in baktığı yer Gazze'ye yakın bir Yahudi yerleş-kesiydi. Bu yerleşkenin girişinde birkaç katlı binaya odakla¬nan gözleri çevreyi süzüyordu.
Burası, yerleşkenin karakoluydu. Giren çıkan işgalci as¬kerler, çevreye park etmiş askeri araçlar, kontrollü giriş çı¬kışlar hemen göze çarpıyordu. Karakolun çevresinde bulu¬nan siperler kumdan torbalarla takviye edilmiş, beton kulü¬belerdi.
"Menzilin dışında" dedi kendi kendine. "Kassam füze¬lerimizle orayı vurmak zor. Başka çare düşünmeli"
İçeri giren Said'in selamıyla irkildi.
Aleykum selam Said, hoşgeldin, nasılsın?
Hamdolsun Haşim, iyiyim. Ayrıca...
Meraklı bakışlarla Said'e bakarken Said devam etti:
İyi haberlerim var.
Ellerini cebine sokup katlanmış bir parça kağıdı Ha-şim'e uzattı.
Elindeki dürbünü masaya bırakan Haşim kağıdı açıp bakarken gözleri ışıldadı.
Sonunda geldi ha!
Evet, dedi Said.
Üzerinde iyice çalışmak gerek.
Elindeki kağıdı masanın üzerine koydu. Eliyle kırışık¬lıkları düzeltip incelemeye koyuldu.
Burası yemekhane, burası yatakhane, burası mutfak... Himm! Bodrum da şurası. Yani cephanelik. Tam da düşün¬düğümüz gibi.
Başını masadan kaldırıp dürbünü aldı. Tekrar pencere¬ye yanaştı. Yerleşkedeki karakola uzun uzun baktı.
Gel Said, dedi. Sen de bak.
Said dürbünle bakarken Haşim konuşuyordu:
Aramızdaki mesafeye dikkat et. Sanırım uzunluğu bi¬zi bir ay kadar oyalar, ama arazinin yapısı normal. Kayalık olmadığı için toprağın kazılması bir ayımızı alır.
Başını dürbünden çeken Said:
Neler düşünüyorsun Haşim, dedi. Öğrenebilir miyim?
Gel Said, masaya yanaş.
Elindeki kalemle cebinden çıkardığı boş bir kağıda bir şeyler çiziverdi.
Burası, dedi. Bizim bulunduğumuz nokta. Şurası da karakol. Aramızdaki mesafeden dolayı karakol Kassam füzelerimizin menzilinin dışında. Etkili bir darbe vurmanın sadece bir yolu var Said.
Ne düşündüğünü anlamaya çalışan Said'e son sözlerini söyledi.
Yeraltından tünel kazıp karakolun dibine patlayıcı yerleştirmek... Mat mat bakıyordu Said. Bin yıl düşünse böylesi bir plan gelmezdi,
Nasıl olacak? dedi heyecanla.
Günlerdir düşünüyorum Said. Bu noktadan kazmaya başlayacağız. Kazı işimizde tünelin yönünü şaşırmamak için mühendis bir arkadaşın yardımına başvurdum. Vardi¬ya usulüyle ikişer ikişer kazı yapacağız. Böylece zamandan kazanacağız.
Sadrı, Mesud ve Ahmed'i de planımıza dahil edece¬ğiz. Geceli-gündüzlü bir ayda inşaallah kazı işimizi bitireceğiz.
Ya onca toprak, dedi Said, nereye koyacağız. Güldü Haşim:
Merak etme, dedi. Tünelimiz fazla geniş olmayacağı için düşündüğünden daha az toprak çıkacak. Onu da evin odalarına bahçeye dökeriz. Bir de araçlarımızla taşırız.
Araçlarımızla mı? dedi Said şaşkın şaşkın. Yanlış mı duydum?
Hayır, dedi Haşim. Yanlış duymadın. Hemen evi inşa¬at alanına çevireceğiz. Dıştan bakan tamirat var zannedecek. Yan tarafta da bir ek yapma girişiminde bulunacağız. Böylece gelen giden araçların yükü dikkat çekmeyecek.
Anlaşılan her şeyi düşünmüşsün. Ne zaman başlıyo¬ruz?
Hemen yarın.
Aradan bir aya yakın zaman geçmişti. Her şey planlanan şekilde gelişiyordu. Kazılan tünelin içinde ilerleyen Haşim, Saidle Mesud'un yanma vardı. Biri kazıyor, diğeri de kovayla toprak taşıyordu.
Şu an neredeyiz Said?
Karakola birkaç metre var. Bu gece karakolun bodru¬muna kadar kazabileceğimizi düşünüyorum.
Güzel, dedi Haşim, ben yarın yokum.
Fakat duvara gelince ne yapacağız? Durdu, Said'in yüzüne baktı.
Şayet duvar geçilemiyorsa, duvarın dibinden girecek şekilde toprağı kazar, patlayıcıları öylece yerleştiririz. Yani temeli dinamitleyeceğiz. Böylece patlayan cephanelikle be¬raber karakol yerle bir olacak.
İnşaallah.
Ertesi gün görüşmek üzere Said. Haydi kolay gelsin. Güle güle Haşim.
Ertesi gün akşama doğruydu. Tünele girmek için hazır¬lıklara başlayan Said kapının vurulduğunu duydu. Dikkat kesildi. 5 defa peşpeşe, iki defa aralıklı vurulan kapıya hiç telaşlanmadan emin adımlarla yanaştı. Zira kapı şifreli vu¬rulmuştu. Kapıyı açar açmaz Mesud'u gördü. Mesud'u bek¬liyordu. Fakat bu kadar geç değil. Yüzü tuhaftı Mesud'un, beti benzi atmıştı. Gözünden kaçmadı.
Mesud, neyin var, ne oldu sana?
Haşim, dedi Mesud, Haşim...
Said'in şaşkın bakışları arasında zorlukla konuştu.
Şehid oldu!..
Beyninden vurulmuşa döndü birden.
İnna lillah ve inna ileyhi raciun, emr-i ilahisi dudaklarmdan döküldü. Gayri ihtiyari sendeledi. En yakın sandal¬yeye oturdu. Ellerini başının arasına aldı. "Haşim" dedi kendi kendine. "Halbuki seninle bugün görüşecektik. Bak! Bitti tünel. İşte bitti!"
Birçok zorlukları beraber aşıp beraber atlatmışlardı. İki kardeşten öte bir sevgileri vardı. Haşim'i her zaman bir adım ötesinde görür, takdir ederdi. Başı her sıkıştığında en uygun çözümü o verirdi. Şehadete layık bir hayat yaşadı ve şehid oldu. Ya kendisi... Yalnızdı şimdi.
İşgalci İsrail'in işlediği cinayetler artık sayılmıyor, cilt¬ler dolusu kitaplara sığmıyordu. Nice anneler evlatlarını ni¬ce kadınlar kocalarını, nice bacılar kardeşlerini feda etmiş¬lerdi bu davaya. Her birinin davası hepsinin davasıydı. Ya¬ni Kudüs'ün özgürlüğü, yani Filistin'in azadlığı... İki sevgi¬li gibiydi Kudüs ve şehadet... Kudüs ve aşk...
Nice aşıkları uğruna tanklara, kurşunlara, füzelere bağ¬rını açmıştı Kudüs. Nice çocuklar oyunlarını, silahların göl¬gesinde oynamıştı. Nice sapanlar işgalcinin suratına taşlar¬la imza atmıştı.
Birden doğruldu Said. Mesud'un şaşkın bakışları ara¬sında :
Mesud, dedi yandaki ilk kutuyu göstererek; şu dina¬mit kutularının birini sen al, diğerini ben alayım. Haydi bismillah.
Dinamit kutulanyla tünele girdiler. Önde Said, gerisin¬de Mesud son noktaya kadar vardılar. Karakolun cephaneli¬ği karşılarında duruyordu. Kutulardan çıkardıkları dinamit lokumlarını altışar altışar sarıp deste deste yerleştirdiler.
Sen uzaklaş, Said.Ben birazdan arkandayım.
Mesud uzaklaşırken Said, her dinamit destesinin fitilini ana fitile bağladı. Geriye doğru çıkmaya başladı. Durdu, tek¬rar dinamitleri yerleştirdiği yerlere baktı. Bir eksiklik yoktu.
Tünelin girişine kadar geldiği zaman fitili toplayıp bı¬raktı. Kendisini bekleyen Mesud:
Ateşlemeyecek misin? dedi.
Hayır, dedi. Gece yansını bekleyeceğiz. Herkes uyu¬duktan sonra.
Gece yansını beklerken zaman bir türlü geçmek bilmi¬yordu. Yaşadıklan aklına geldikçe göz yaşlan yanaklarından akıyor, sicim sicim dökülüyordu. Bu bir savaştı. Eşit şartlar¬da olmayan namert bir savaş... Siyonist İsrail'in çoluk-çocuk, genç -yaşlı demeden potansiyel suçlu olarak gördüğü her Fi-listinliyi yok etme savaşı... Oyleki Siyonist işgalci kin, artık canlıları değil evleri yakıp yıkacak, arazileri talan edecek ka¬dar kök salmıştı zulümde. Bir ateş topuydu İsrail... Ocağına düşmediği Filistinli ev yoktu...
Saatine baktı. Gece yarısını gösteriyordu. Fitile yanaştı. Cebinden çıkardığı çakmakla tutuşturdu.
Haydi Mesud, dedi. Çıkıp çatıdan izleyelim. Çatı katına henüz varmışlardı ki gecenin zifiri karanlı¬ğını aydınlatan bir patlamayla her yer sarsıldı. Art arda ya¬şanan patlamalarla karakol havaya uçmuş, param parça ol¬muştu.
Gök yüzüne yükselen alevlere baktı. Haşim'in gülümseyen yüzünü gördü biran aydınlanan gecenin içinde. Rahat uyu, dedi.
Şehidim, rahat uyu!...




Tünel-M. Ali Gönül

Filistin Elinde Bir Tas Olsam..



Filistin Elinde Bir Taş Olsam...

Filistin elinde bir taş olsam; metâl yığınlara çarpan. Sonra bir rüzgâr sektirse bedenimi Gazze sahillerine doğru. Oradan okyanuslara adım atsam ve balıklara fısıldasam sevdâlarımı. Enkaz altında kalan yüreğime bir duvar diksem. Tecrit etsem nedâmetli yaralarımı gönlümden. Kapansa solungaçlarım ve ölümün soğuk yüzünü hissetsem Kudüs sokaklarındaki gibi.

Elimi kolumu gersem dürreleşen hezeyânlarıma. Korusam onu serseri kurşunların çığlıklarından. Sağa sola savrulan öldürücülerin ortasında, toz duman içinde kalsa her yanım. Bir kameranın camekanında unutulmaz, vazgeçilmez bir poz olarak, ölümü kutsayan dünyalılar tarafından çekilmiş kalmasam.

Sultânı olmasam bir kerecikte dünyanın. Bir kerecikte isyan etsem altından ördüğüm kafesime. Bülbülü kıskandırsam güller ötesinden.
Kömürleşmiş gözlerimi yakan, acı sulara bir alev çaksam ve mumum döküldüğünde, oracıkta duygularımla donmasam.

Semâyı kıskanıyor ve orada durmadan adımlamak istiyorum daraldığım vâkitlerde. Gökyüzü neden mavidir diye kendime sorsam; cevabını vahalardan doldurduğum kandan alsam ansızın: Gökyüzü hırsızların, arsızların, kansızların basamadıkları için mavidir!..

Filistin elinde bir taş olsam; yeşilimsi bir inşaâta tuğla olarak eklenen. Yükselsem kat kat, tümseksiz duygularımın üzerine inşâ etsem sadrımı ve sabrıma bir asrı sığdırsam o yapıda. Sıvamı umuttan yoğursalar ve kirpiklerimden yapılmış bir kürekle atsalar üzerime varlığımı. Çiseleyen ilk cemrenin asırlara haykıran dokunuşuyla yıkasalar bedenimi. Ellerimi örümcek ağlarında değil, beyazları görülecek dağlarda ovalasam.

Serap siluetleriyle doldurulmuş bir vadide, son rol oyuncusu olmak zor. Başrolünü üstlenememişken hecelerimin, milyonlarca kelime sarf etmesem. Kelimelerimi anlamasalar da, anlamlandırsalar zulümden nâsibini almışlar.

Yaşamı anlamlandırsa milyonlar neler değişmez ki! Süpürülen kapı önlerine bırakılan gümrah karartılarda gölge olmasam. Eğer, illahaki gölge olacaksam, güneşin doğmaya en yakın zamanındaki gölgesi olsam mor bir kalemle çizilen.

Dört bir yanımdan esen kuru ayazlara atmosferde bir siper kazsam. Çağın her saldırısında oraya sığınsam. Sâğânâğın biteceği güne dek eğsem başımı ve yüreğimden geçen kurşunlara bir bir çentik atsam. Sonra tükense zulmün kurşunları, attığım çentikleri saysam, ibret alsam. O günden sonra, hâyâtın ibresini günahlara değil, varlıklara doğru çevirsem.

Filistin elinde bir taş olsam; toprağın bağrına saplanan. Devşirme insancıklar takılsa vücuduma, düşürsem kalelerini teker teker. Özgür Kudüs düşleri kursam ay ışığının tenime baktığı gecelerde. Kapasam gözlerimi ve retinama samimiyet dolu bir medeniyet tâhâyyülü yaşatsam. Gurbetlere bir kez daha taş olup yağsam. Çiseleyen cemreyi kıskandırsam, yağdığım kâplarda tatlı sulardan göletler açsam.

Elbet cennete çeviremeyeceğim dünyamı, cehenneme çevirmek isteyenlere izin vermesem. Gül eksem yol kenarlarına, şebnemi olmasa da, ırmaklara girintiler kazsam. Kâlbimi tırnaklasam, kanını akıtsam. Hâyâtta olduğunu anlayabilsem, hâyâtta değilse eğer, sıksam damarlarını da suizan anjuyolar yaptırsam.

Gırnata’nın perdelerini çeksem, Kurtuba’ya selam versem. Kilometrelerce uzunluktaki kandillerle aydınlatılmış caddelerinde yol alsam Endülüs’ün. Bir tutam gaz yağı da ben damlatsam lambalarına. Yakılan gemilerin enkazını değil, ruhunu söküp çıkarsam denizin dibinden. Bir ibrik neşe akıtsam ektiğim güllere, bir ibrik dolusu şefkâtle sulasam mevsimlerimin tütsülü güzlerini.

Filistin elinde bir taş olsam; dokuz taş oyununda üstüste dizilen. Diriliş için konulsam, beni yıkmaya gelenlere karşı sapasağlam dursam. Kendimi pamuk gibi hissetmesem de, taşlığımı, duruşumu idrâk etsem.

Filistin ellerinde taş olamadım; bari insan olmasam da, amazon ormanında bir taş olsam. Nehir üzerimden aksa ve ben öylece dursam...



S.Maltaş

2 Ağustos 2009 Pazar

Gök Gürültüsü-----------



dolu dizgin sevdalarımızla

pimi çekilmiş bomba gibiydik

kaç heyecan istif ettik meydanlara

kaldırımlar rapraplarımızla uyandı kaç kez

asfaltları kanattık körkütük hıncımızla

sloganlar tilavet ettik ezberden

göndere pankartlar çektik mealler eşliğinde

otağ-ı humayuna ayarlı bileklerimiz

yerinden fırlayabilirdi bir emirle

eklem yerlerinden gelen

civata seslerini gizleyemedik

zihninin ve kalbinin olanca yoğunluğunu

adalelerine aktarmış atletler

yüreklerini molotof kokteyli diye attılar lağımlara

on soruda kellesiz savaşmanın yolları konulu

bilimsel dersler verdik

hem defterimiz hem kitabımızdı duvarlar

öğretmeni ve öğrencisi olduğumuz sınıfın

dost avına çıktığımız günler

bir çay içimi muhabbet

üçüncü hamur seviyesinde ülfet

tersine dönen çarkıfeleğin yüreğini aradık

kendimizi aradığımızı bilmeden

fecirle tehtid ettiklerimiz

üstümüzü örtüyorlardı gün doğarken

bülbüller gibi

1987

Mustafa İslamoğlu