14 Temmuz 2010 Çarşamba

Günümüzde; Cehâlet ve Putlaştırılan (ilahlaştırılan )İnsanlar

ÂYET

“Dinde zorlama yoktur. Hak bâtıldan ayrılmıştır. O halde kim tâğûtu inkâr eder ve ALLAH’a imân ederse, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. ALLAH hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.”
(Bakara Sûresi, 256.Âyet)

HADİS-İ ŞERİF


İbnu Amr İbni`l-As (r.a.)’den şöyle rivayet olunmuştur:

"Rasûlullah (S.A.V.) buyurdular ki: "ALLAH ilmi [verdikten sonra], insanların [kalbinden] zorla söküp almaz. Fakat ilmi, ulemâyı kabzetmek suretiyle alır. Ulemâ kabzedilir, öyle ki tek bir âlim kalmaz. Halk da cahilleri kendine reis yapar. Bunlara meseleler sorulur, onlar da ilme dayanmaksızın [kendi reyleriyle] fetva verirler, böylece hem kendilerini, hem de başkalarını dalalete atarlar." (Kütübü Sitte - 4138)

Konumuz Günümüzde CEHÂLET ve PUTLAR'dır. Müslüman birey kendisine vacip olan ilmi yani; İslam Dini'nin kaçınılmaz olarak bilinen meselelerini bilmemesi asla özür değildir. Bu dini kabul eden her şahıs Şer'i İlimleri talep etmek, öğrenmek zorundadır. Çünkü vacip olan ilmi talep etmek için gerekli çabayı sarfetmeyen ve kusurlu davranan kişilerin cehâleti mâzeret olarak kabul görmeyecektir.

Sizlerde bilirsiniz ki, ilmi bir konuda detaylı araştırma yapıp öğrendiğiniz bilgileri büyüklerinizle paylaştığınızda ilk olarak İslamı taklid ile yaşayanlar; "İki kitap okudun başımıza âlim kesildin, Biz dedelerimizden, ninelerimizden böyle bir şey görmedik, Siz bu âlimlerden daha mı iyi biliyorsunuz, Bu kadar âlim ve hoca bilmiyor da bir sen mi biliyorsun?" şeklinde nefsi itirazlarla muhatap olunmaktadır.

Siz "Alimlerin şahsi sözleri asla delil değildir. Delil ancak Kur'an ve Sünnet'tir." dediğinizde, muhatabınız da size "Bu kadar âlim Kur'an ve Sünnet'i bilmiyor da, sadece sen mi biliyorsun?" deme hakkı elbet vardır. Çünkü o câhilin söylemiş olduğu sözlerin aynî ile karşılık veriyor ve aynı tutumu sergiliyorsunuzdur.

Böylesi Câhili Toplumlar genellikle okuma, anlama adına hiçbir gayret sarfetmezler. İçinde yaşadıkları müşrik hale gelmiş toplumun da hâlen İslam Toplumu olduğu düşüncesi ile kendilerini kandırırlar.

Hatta bu dinin en temel kaynağı olan Kur'an'ın hükümlerini hiçe sayar bir şekilde hayatlarını tanzim eder, işlerine gelmeyen âyetleri görmezden gelir veya bu çağdaş zamanda (hâşâ) bazı âyetlerin uygulanamayacağından dem vururlar.

Zaten günümüzde yaşayan ve Tevhid Akîdesine sahip olan ve bu iki kaynak haricinde olanların dine karışmasına müsade etmeyen İslâm Alimlerinin kimler olduğunu dahi bilmezler. Çünkü dünya işlerine karışmayan, kendi emel ve arzusunu yapabileceği fetvâları verebilecek, dünyâperest Alim müsveddeleri peşinde gezer, "Siz dini hayatınıza tatbik edecek yerde, hayatınıza göre din tanzim etmişsiniz. Bu yaptığınız şu, şu yanlıştır." denildiğinde "Ben şu Hocaefendi, bu Tarikat Şeyhi, o Kanaat Lideri ne derse onu yaparım, eğer yanlış ise vebâli onun boynuna." der ve bile bile yaptığı günahlardan sıyrılmaya çalışırlar. Bilmiyor da cehâletinden bunu yapıyorsa da âlim de olsa o kişinin insan olduğunu, hatasız ve günahsız olamayacağını aklından geçirmez.

Günümüzde genelde ilim öğrenme artık bilgi dağarcığını geliştirme, veyahutta kendi fasid akîdelerine delil bulabilme adına, eski tanınmış ve doğru kaynaklardan cımbızla çıkarıp işlerine geleni alıp tamamına bakmayarak icraatlerini sürdürmek amaçlı olmuştur. Zaten elinizin altında hemen ulaşabileceğiniz bunca önemli kaynak varken yeryüzünde Müslümanların bu kadar âciz durumda olması öğrendikleri ilmi hayatlarına tatbik etmediklerine en açık delildir.

Öncelikle bilmemiz gereken şudur ki; şer'i bir hükmün tespiti ancak yine şer'i delillerle mümkündür. Şer'i delillere müstenid olmayan herbir söz ve görüş kesinlikle merduttur. Asli şer'i deliller KUR'AN ve SÜNNET ve Kur'an ve Sünnet'e istinad eden İcmâ ve Kıyas'tır. Alimlerin sözleri ise aslen delil değil, ilk iki kaynaktan delillendirilmeye muhtaçtır. Bir âlimin sözü asli bir delile dayanıyorsa bu bizler için hüccet hükmündedir. Bunun dışında hiçbir âlimin sözü şer'i bir delil olamaz. Alimlerin sözleri hepsi bir araya getirilerek öncelenmelidir ki, mutlak olanı şarta bağlı olanından, kapalı olanı ayrıntılarıyla açıklanmış olanından ayırt edilebilsin. Alimlerin sözlerinin durumu da şer'i nasların durumu gibidir. Bu âlimlerce ittifak edilmiş bir husustur.

Alimlerin sözlerinden hakkıyla istifade edebilmek için dikkat edilmesi gereken bir husus ta; zaman ve mekan değişimine dikkat etmek ve âlimin fetvasının illetlerini doğru bir şekilde tespit etmek gerekir. Bu zaruri bir durumdur, zira âlimin verdiği fetvanın kendi koşullarınca bir sebebe dayanması söz konusu olabilir, ancak aynı koşullar gerçekleşmediği sürece o fetvanın geçerli olması söz konusu olamaz. Bu fıkıh usûlünde"Zamanın Değişmesiyle Ahkâmın Değişmesi" başlığı altında uzun uzun incelenmiş, şartları ve sınırları tespit edilmiş bir konudur.

Özellikle aynı mezhebe bağlı âlimlerin, kendi Mezhep İmamlarına dahi birçok konuda muhalefet etmelerinin zaman ve şartların değişmesine, vakıanın farklılaşmasına bağlanması oldukça dikkate değer bir husustur. Örneğin sigara illetinin uzun yıllar sonra vücudu yıkıcı, öldürücü etkisinin görülmesi ve âlimlerce haram ilân edilmesine rağmen ve ABD/İsrail malı olsa da ben müslümanım diyen insanların din kardeşlerini öldüren, ülkelerini işgal eden çapulcu teröristlerin mallarını kullanıp, cebinden maddi destek sağladığını görmeyecek kadar câhil durumda mıdır ? yoksa cehâlete mi vurmaktadır. !

İslâm Âlimleri bizlerin herzaman başvurması gereken kimselerdir. ALLAH (c.c.) bilmediğimiz zaman öğrenmek için bizden daha iyi bilenlere başvurmamızı, ilim talep etmemizi, araştırıcı olmamızı, ilmin kaynağına vâkıf olma gayretinde olunmasını istemiştir. Ancak bunun gelişi güzel olması bir çok sıkıntı doğurmuştur. Bu sebeple dinini az bir pahaya satan, dine çeşitli hurafeler, israiliyatlar katan, şer'i konuları sulandıran, insanların kafalarını bulandıran, makam, mülk, dünya zenginliği peşinde koşan şarlatanlar da çoğalmış, koyun olma heveslisi avama çoban olarak boşluğu doldurmaya çalışmıştır.

Hiçbir âlim, hiçbir beşerin yazdığı kitap (bu bunun özetidir, tefsiridir dense de) Kur'an'dan ve Hz.Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'den üstün değildir. Bu sebeple onların kayıtsız ve şartsız her dediğini yapamaz, belirli şartlar ve sınırlar dahilinde istikâmet üzere hayatlarını tanzîm ederler.

Üstad ne diyorsa doğrudur, bizim kıt aklımız onun ne ilmine, ne ulvî makamına erişmez diyenler, Şeyhim, Şıhım, Önderim İslam'da yasak olanı emretse de bir bildiği vardır diyenlere cevabımız;

Asr-ı Saadetin II.Halifesi Adalet Timsâli Hz.Ömer (r.a.)'in "Eğer ben Kur'an ve Rasûl'ün çizgisi haricinde bir emir verirsem, hakk'tan adâletten ayrılırsam ne yaparsınız?" diye sorduğunda; Sahabelerden biri çıkıp "Sen eğrilir, hakk'tan, adâletten uzaklaşırsan, Seni kılıcımızla doğrulturuz." dediklerinde bunun üzerine Hazreti Ömer (r.a.) "Şükürler olsun ki eğrilirsem beni kılıçları ile doğrultacak kardeşlerim var" diye şükretmiş.

Herkes bu dini öğrenme imkanına artık sahip bulunmaktadır. Bu nedenle Kur'an'ı bilmemenin, öğrenip hayata tatbik etmemenin, öğrenmekten yüz çevirme veya işine gelmeme dışında herhangi bir gerekçesi yoktur.

Rabbimiz bizleri gaflete düşmekten muhafaza eylesin, öğrendiklerimizle amel etmemizi nasip eylesin inşaALLAH...