18 Nisan 2008 Cuma

**Neden İstişhadi Eylemler?....

Filistinlilerin siyonist vahşet karşısında verdiği mücadelenin vatanı işgalden kurtarma, hürriyeti ve hakları gaspedilmiş bir halkın hürriyetini ve haklarını geri alma, gayri meşru gaspa son verme amaçlı mücadele olduğu konusunda hiçbir tereddüde mahal yoktur. Dolayısıyla böyle bir mücadeleyi terör olarak niteleyenlerin, bu iddialarının siyonist işgal ve vahşetle irtibat ve menfaat ilişkilerinden kaynaklandığı açık ve kesin olarak ortadadır. Çünkü hadiseleri objektif bir biçimde ve gerçekçi olarak izleyen ve ele alan herkes Filistinlilerin verdiği mücadelenin bir hak mücadelesi olduğu konusunda ittifak halindedirler. Fakat Filistinlilerin mücadele metotlarından "istişhadi eylemler" metoduna yöneltilen bazı tenkitler bulunmaktadır. İşgalci siyonist vahşetin 29 Mart 2002'de başlayan operasyonunun amaçlarından biri de bu eylemlerin önüne geçmek ve bu eylemleri gerçekleştiren oluşumların alt yapılarını dağıtmaktı. Fakat işgalci saldırganların amaçlarını gerçekleştirme konusunda başarılı olduklarına iddia etmelerine rağmen söz konusu operasyon devam ederken, birkaç gün içinde ard arda birkaç istişhadi eylem gerçekleştirildi. Gidişat eylemlerin daha da devam edeceğini gösteriyor. Üstelik bu eylemleri sadece tenkitlerin hedefi olan HAMAS değil direniş sahasında yerini alan tüm gruplar gerçekleştirmektedir.

Peki Filistinliler neden bu eylemleri gerçekleştirme ihtiyacı duyuyor? Bazılarına göre sebep Filistinlilerin İsrail zulmü karşısında canlarından bıkmaları. Bazı yorumlara göre ise işgale karşı başvurabilecekleri diğer mücadele imkanlarının tükenmiş olması. Bu iddialardan birincisi kesinlikle doğru değildir. İkincisi ise konuyu tam olarak izah etmeye yetmez ve bu eylemlere başvurulmasının tek sebebi değil.

Öncelikle şunu ifade edelim ki, istişhadi eylemler Filistin'deki direnişçiler için bir öncelikli tercih değildir. Bu eylemlerin tercih edilmesinin sebebi işgal güçleriyle onların karşısında kendi öz vatanlarını savunmak ve oradaki işgale son vererek hem vatanlarına hem de hürriyetlerine kavuşmak isteyenlerin eşit şartlarda savaşıyor olmamalarıdır. İşgalciler her türlü teknik imkanları ellerinde bulundurdukları gibi çağın güç merkezleri tarafından da yoğun bir şekilde destekleniyorlar. Hatta dört aylık bebeğin üzerine top mermisi fırlatacak, babasının arkasına sığınan sekiz yaşındaki çocuğu kasten ve özellikle nişan alıp öldürecek kadar vahşileşmelerine rağmen, güç dengelerinin kontrolündeki medya organları sürekli onları temize çıkarmanın çabası içinde. Bu siyasi ve medyatik desteğin saldırgan siyonistleri daha da cüretkar yaptığı açıktır. İşte bu cüretkarlık yüzünden vahşette sınır tanımayacak, kalabalık sivil kitleleri füze ve roket saldırılarına hedef yapabilecek kadar ileri gidebiliyorlar. Mülteci kamplarındaki kırık dökük evlerde kalan insanların evlerini tepelerine yıkabiliyorlar.

Filistinlilerin kendilerine yönelen füzelere karşı kullanabilecekleri bir füzesavarları yok. Üzerlerine bomba yağdıran F-16'lara karşı kullanabilecekleri uçaksavarları yok. Tankların ve otomatik tüfeklerin yağdırdığı bombalara ve mermilere benzerleriyle karşılık veremiyorlar. Belirttiğimiz üzere dünyadaki güç merkezleri ve onların güdümündeki medya organları da siyonist saldırganlara sahip çıktığından ve onları her saldırılarında temize çıkarmaya çalıştığından, mağdur durumdaki Filistinliler uluslararası platformda da kendilerine bir "sahip" bulamıyorlar. Kendilerini kendi güç ve imkanlarıyla savunmak zorundalar. Bu durumda siyonist saldırganlar üzerinde caydırıcı etkisi olan eylemlere ihtiyaçları oluyor. Taşlı saldırılar her ne kadar işgal rejimini uğraştırıyorsa da onun saldırgan tutumu karşısında caydırıcı bir etki yapamıyor. Fakat İsrail işgal devletinin bir can damarı var. Değişik teşviklerle ve büyük gayretlerle Filistin topraklarına göç etmeleri sağlanan yahudilerin oluşturduğu ve "İsrail toplumu" olarak adlandırılan yahudi insan unsuru. Bu unsur İsrail'e hayat veren ve onun damarlarında dolaşan kan niteliğindedir. Bu kan çekilirse İsrail devleti komaya girecektir. Onun komaya girmesi halinde ise artık ABD yardımlarının yaptıracağı sun'i teneffüs İsrail'in yeniden hayata kavuşturulması için yeterli olmayacaktır. İşte bu, İsrail'in kanı niteliğindeki yahudi unsur kendini güven ve huzur içinde göremezse mutlaka Filistin topraklarını terk edecektir ve etmektedir de. Yaşanan tecrübeler de bunu gözler önüne sermiştir.

İstişhadi eylemlerin tesiri sadece İsrail'in damarlarında dolaşan kan olarak nitelediğimiz göçmen yahudi toplum üzerindeki tesirden ibaret değildir. Askeri güçler üzerinde de son derece olumsuz tesir yapmakta ve askerleri moral yönden yıpratmaktadır. Unutmamak gerekir ki İsrail işgal güçlerini Lübnan'da yenilgiye zorlayan en önemli etken askerlerinde yaşanan moral kaybıydı. Bu moral kaybı ciddi psikolojik sorunlara hatta intiharlara sebep oluyordu. Bu da o askerlerin ailelerinin şiddetli tepkilerine yol açıyordu. Güney Lübnan'daki direnişçilerin kararlı mücadelelerine karşılık İsrail işgal güçlerinin sürekli manevi yönden yıpranmaları sonuçta işgal devletini, yenilgi bayrağını çekmeye zorladı. Aksa İntifadası sürecinde gerçekleştirilen istişhadi eylemlerin de aslında birinci hedefleri askeri noktalardır. Bu eylemlerin askerler üzerinde ciddi tesirler yaptığı aralarında firar olaylarının artmasıyla ve firariler için özel bir tutuklama merkezinin kurulmasına ihtiyaç duyulmasıyla görüldü. Askeri mekanizmada yaşanan bu realite de İsrail işgal devletini endişeye sokmaktadır. Kısacası bu eylemler bir bakıma uçaksavar, füzesavar, tanksavar yerine kullanılmaktadır. Onlar olmadığı için bu eylemlerden yararlanılmaktadır.
VAHDET 23 Mayıs 2002 Perşembe

Hiç yorum yok: