8 Aralık 2010 Çarşamba

Ey Şehid Gül Solmadi ki....


genç mücahidlerimizden biri cihada gitmek üzereyken annesiyle vedalasıp helallık dilemek istedi

AnneSi: evladım eger senın ölüme gittiğini bilsem kesınlıkle senin gitmene izin vermicektım ama kuranda gecen bakara süresındeki ''ALLAH YOLUNDA ŞEHİD OLANLARA ÖLÜ DEMEYİN ONLAR DİRİDİRLER LAKİN SİZ SEZMESSINIZ'' ayeti hatırıma geldiği vakit senin memnuyetle gitmene izi veriyorum dedi.yolun acık olsun oğlum

dedi ve son bişi daha sölicem dedi

evladım sözlün; sözlün ne olcak onun haberi yok ki senın gideceginden

genç: hiç birşey demeden göğsünü acıp henuz kurumamış kıpkırmızı bir gül cıkardı ve annesine uzattı al anne: bunu ona ilet yeter dedi ve ben sağ kaldıkça bu kırmızı gülde solmayacak dedi

nasıl olur evladım dedi annesi olurmu hiç öle bişi en fazla suda kalsa bile en fazla bi ay dayanır.

genç gene söze başladı ANNE: SEN BAKARA SÜRESİNDEKİ AYETİ NE CABUK UNUTTUN ŞEHİDLER ÖLMEZ DİYE DEMEK O GÜLDE SOLMAYACAK DEDİ annesi baŞındaki yaşlılık yazmasıyla göz yasını sildi oğlum git git evladım git RABBİM SENIN İÇİNDEKİ CEVHERİ EKSİK ETMESİN İNŞ RABBİM senınle ve arkadaşlarınla olsun inşş yolun acık olsun dedi.

daha sonra annesi o gülü genç mucahidin sözlüsüne verdi ve o genc in sözlüsü ölünceye kadar evlenmedi ona sözlü kaldı neden mi cunkü gül SOLMADİKİ.....



Sevmek ölemekle başlar...

Mavi Marmara (Şehitler Kervanı 9) Albümü Çıktı


Kuşatma altındaki Gazze halkına insani yardım götürmek için yola koyulup İsrail askerlerince saldırıya uğrayan Mavi Marmara gemisi ve içinde şehid olan 9 kişiyi konu alan "Mavi Marmara (şehitler Kervanı 9)" albümü çıktı.

31 Mayıs 2010 tarihinde Kuşatma altındaki Gazze halkına insani yardım götürmek için yola koyulup İsrail askerlerince saldırıya uğrayan Mavi Marmara gemisi ve içinde şehid olan 9 kişiyi konu alan “Mavi Marmara (şehitler Kervanı 9)” albümü, Merkezi Diyarbakır’da olan müzik ve film yapımcısı Özlem Ajans tarafından piyasaya sürüldü.

Albüm ve içeriği hakkında sorularımızı yanıtlayan Özlem Ajans yetkililerinden Abdurrahim Mecit, “Özelde Mavi Marmara gemisinde şehit olanlara ve genelde de tüm dünya şehitlerine atfettiğimiz albümde birçok gerçekle karşılaşacaksınız. Biz; gözlerini kırpmadan, canlarını seve seve İslami değerler uğrunda feda eden bu kardeşlerimize bir albüm atfetmeyi kendimize borç bildik.” dedi.

Mecit, “Şehit olan bu yiğit kardeşlerimizin yiğitliklerini ve gazi olarak dönen kahramanların kahramanlıklarını tüm dünyaya göstermek istedik. Görüntülerle kalıcı hale getirmeyi amaçladık. Bunda bir nebze de olsa muvaffak olduğumuza inanıyoruz.” İfadelerini kullandı.

Albümün içeriğinde; 31 Mayıs 2010 günü İsrail tarafından şehit edilen 9 Gazze gönüllüsü ve yakın tarihte dünya çapında şehit edilen birçok şehidin görüntülerinin mevcut olduğunu belirten Mecit, “Özellikle Mavi Marmara gemisinde şehit edilen vatandaşlarımızın gemi içinde saldırı öncesi, saldırı anı ve sonrasına ait çok özel görüntüleri göreceksiniz.”açıklamalarında bulundu.

Albümde Şehitlerin cenaze törenlerinden kesitlerinde olduğunu belirten Firma Yetkilisi, “Bu albümde seslendirilen bazı bestelerde, insanlığa dur ve duy diyecek söz ve teraneleri dinleyeceksiniz. Birçok İslam beldesinde yaşanan dramları ve Müslüman halka uygulanan baskıların şiddetine şahit olacaksınız” şeklinde konuştu.

Mavi Marmara (şehitler Kervanı 9) albümünün 6 sanatçı tarafından özveriyle hazırlanıp seslendirildiğini belirten Özlem Ajans Yetkilisi Mecit, söz konusu albümün piyasada çok tutulacağını umduklarını sözlerine ekledi.

12 Ekim 2010 Salı

ÇİN YAPIMI İSLAM VE MÜSLÜMAN




Bu belki de ucuzlukçu ve kolaylıkçı yapımızdan kaynaklanıyor. Çünkü ne kadar bedel ödersen, o kadar değerli olanı elde edersin. Günde yarım saat ayırdığımız ibadet ve 5 dakika bile ayırmadığımız ilimle ancak bu kadar müslüman olunur, değil mi?

Biz buna kısaca Çin usulü Müslüman(lık) diyoruz. Yani "abi, olabildiği kadar ucuz olsun, bedava olursa daha memnun oluruz" anlayışı.

Her müslüman şu konuda hemfikirdir: İslam, en güzel asr-i saadette sonra selef döneminde yaşanmıştır.

Peki, en azından merak edip o dönemleri okuyor muyuz hiç? Mesela Peygamber s.a.v. döneminde İslam nasıl yaşanmış? Peki, selef-i salihin döneminde nasıl yaşanmış? Bedel olarak ne ödemişler? Mesela hiç elimize bir siyer kitabı alıp okuyor muyuz? Ki normal şartlarda her müslüman senede bir kez Kur'an mealini baştan sona okumalı, bir hadis kitabını baştan sona okumalı ve her sene farklı bir siyer kitabını bitirmeli.

Hiç denedik mi?

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Emir'e itaat ve onun etrafındaki uyuşmazlıklar hakkında


Hamd, âlemlerin rabbi olan Allah'a; salât ve selam O'nun nebisi Muhammed(s.a.v)'e, ailesine, ashabına ve bu fani dünya hayatının sonuna dek O'nun doğru yolunda hak üzere yürüyenlerin üzerine olsun.


Allah, Yüce Kuran'da şöyle buyuruyor:


"Muhakkak ki bir kavim, kendi içinde olanı değiştirmedikçe Allah da onların durumunu değiştirmez."
(Kur'an, Süre 13. "Rad" ayet 11)


Allah, Yine şöyle buyuruyor:

"Ey müminler! Allah'a itaat edin. Resule itaat edin. Ve sizden olan emir sahiplerine de..."
(Kur'an, Süre4. "Nisa" ayet 59)


Kur'an-ı Kerim'in bu ayeti Müslümanlar arasında bir Emir (Müslüman Lider/Komutan) olması gerektiğini vurguluyor ve bu Emire itaat tıpkı Allah'a ve Resulü'ne (s.a.v) itaat etmek gibi her bir Müslüman için farzdır (zorunluluktur).



Bir Emir seçmek için, Allah'ın Resulü'nün (s.a.v) bazı talimatları vardır ve onlardan biri iktidara, yönetime gelmek için çabalayan ve buna çok arzu duyan birini, devleti ve tebaalarını geliştirmek için iyi amaçlara sahip olsa dahi asla seçilmemesi gereğidir. Bunun delilini Allah Resulü(s.a.v)'nün şu sözlerinde bulabiliriz:



"Allah'a yemin ederim ki yönetim makamına ne onu talep edeni ne de ona sahip olmaya tutkun olanı atamayız."
(Buhari ve Müslim)


Yine:

"Ey Abdurrahman ibni Semure! Emirlik pozisyonu isteme! Eğer bu sana sen istedikten sonra verilirse kendi kendine yardımsız bırakılırsın. Fakat sana istemeden verilirse yardım olunursun."
(Buhari ve Müslim)



Rivayet edildiğine göre Ebuzer(r.a.), otorite hakkında şöyle demiştir: "Resulullah(s.a.v.)'a; "Beni bir göreve tayin etmeyecek misin?" diye sordum. Elleriyle omzumdan tuttu ve şöyle dedi:



"Ey Ebuzer! Sen zayıfsın ve otorite sorumluluk ister. Ve hesap gününde bu, görevini yerine getiren ve emrolunduğu vazifeyi hakkıyla tamamlayan kişi dışında bir utanç ve pişmanlık sebebidir."
(Müslim)



Allah Resulü(s.a.v)'nün geri çevirdiği bu kişiler kimdi? Onlar, Allah'ın Elçisi (s.a.v)'nin asil arkadaşları olan sahabelerdi. Ve o zaman ne konuşacağız!



Emir'e itaat, tebaanın Emir ya da Halifelerinin kendilerine karşı adaletsiz olduğunu ve kendilerine baskı yaptığını düşünmeleri halinde dahi ancak Allah'ın ve Resulü'nün hükmü ile çatışmadığı müddetçe olur. Ve eğer birisi kişisel olarak hoşlanmadığı için, onu değersiz bulduğu için veya Şeriatın şart koşmadığı herhangi bir şahsi nedenden dolayı bu Emir'e itaat etmezse o zaman onun üzerine bir günah (haram) düşer!



Bu yüzden Emir, bilerek ya da bilmeyerek, bir zulüm işleyebilir. Bazı durumlarda Emir, kendi durumunu haklı olarak görebilir ancak tebaa, bu durumu Emir'in baskısı olarak görebilir. Emir'e itaat, hem o haklı davrandığı zaman hem de onun amelleri tebaaya baskı gibi göründüğü zaman da farzdır.



İtaat, her iki durumda da farzdır. Bunun delili, Huzeyfe el-Yeman(r.a.)'dan gelen şu rivayettir:



"... O'nu(Emir'i) dinleyin ve emirlerini yerine getirin. Hatta sırtınız kırbaçlansa, servetiniz kapışılsa bile dinleyin ve itaat edin!"



Emir'e itaat farizası, o dövdüğü zaman da serveti gasp ettiği zaman ve hatta o baskı yaptığı zamanda da yerinde duruyor.



Ve yine Emir'e itaat, baskılar (baskının varlığını ya da gerçekleri ispatlamak imkânsızdır) hakkında bir münakaşa olduğu zaman da zorunluluktur (vacib).



Böylesi itaatin bir örneğini, Taberi'nin İbni İshak'tan yaptığı bir rivayette görebiliriz:



"Ömer(r.a.), Halid bin Velid(r.a.) hakkında Ebu Ubeyde'ye yazdığı mektupta şöyle diyordu: "O'nu azlet ve mallarını diğerlerine dağıt!" Halid, mektuptaki bu bölümü duyunca derhal şöyle dedi: "Ben, Müminlerin Emiri'ne itaatten yüz çeviren birisi değilim. İstediğini yap, itaat ederim." Ebu Ubeyde(r.a.), Halid'in eşyalarını dağıttırdı. Hatta çifti olmayan bir ayakkabısını bile..."



İbni Kesir'in rivayetinde şöyle söylenmiştir:



"Eşyaları dağıtılırken Halid, şunu tekrarlıyordu: ‘Emir-ül Müminini dinliyor ve itaat ediyorum."



Onlar, Allah Resulü(s.a.v)'nün şöyle buyurduğunu söyleyen Ebu Hureyre(r.a.)'nin sözlerini anlatıyorlardı:



"Bizler sonuncularız fakat en önde olacağız. Ve Peygamber (s.a.v) ekledi: "Bana itaat eden Allah'a itaat eder. Bana isyan eden Allah'a isyan eder. Emir'e itaat eden bana itaat eder. Emir'e isyan eden bana isyan eder. Emir, Müslümanların uğrunda savaşacakları ve korunacakları bir sığınağa benzer. Emir, insanlara hakkı ve adaleti emrederse bunun için ödüllendirilir. Ve eğer buna muhalefet ederse bundan dolayı sorumlu olur."

(Buhari)



Allah'ın Resulü(s.a.v) bu hadiste açıkça işaret etmiştir ki; Emir'e itaatsizlik, alanında çok tehlikelidir ve Allah'a ve Resul'e itaatsizlikle eşittir.



Eğer tebaa bazı görüş ya da kararlarda Emirle aynı düşüncede değilse, o zaman Emire öğüt verebilir. Ancak Emir'in adını küçük düşürmeleri, onu küçümsemeleri, ya da ona karşı toplanıp onu makamından indirmeye çalışmaları oldukça güçlü bir şekilde kısıtlanmıştır. Çünkü bu tür eylemler Emir'in nüfuzunu zedeler, onları zayıflatır, Emir'in otoritesini azaltır ve Emir, etkisini kullanmakta faydasız hale gelir. Bütün bunlar onların itaatlerini bozar ve liderleri ya da emirleri üzerinde zafer kazanmalarını hafifletir. Sonuç olarak, dış düşmanlar Müslümanlara karşı savaşlarında daha kararlı olurlar.



Tebaa, liderlerle uzlaşmadığı zaman kolaylıkla onları azleder. Müslümanlar bunu kötüye kullandıkları zaman Resul(s.a.v)'un hadisinde anlatıldığı gibi olur:



"Sizin kendilerinden nefret ettiğiniz onların da sizden nefret ettiği yöneticileriniz olacak. Ve sadece böyle zalimler, sizi zapt edebilir."



Makul bir insan, İslam Ümmetinin tarihindeki şu örneği unutmamalıdır: Bazıları halife Osman(r.a.)'ın idaresini devirdikleri zaman Müslümanların üzerine ne büyük acılar bıraktılar!



Şunu unutmamak gerekir ki yöneticiler ve Emirler de tıpkı bizler gibi insanlardır. Onlar da bizim gibi yiyip içerler, güçlü veya hasta olabilirler. Ümitsizliğe düşebilir veya hata yapabilirler. Onlar hata yaptıkları zaman onları reddetmek, başka birini seçmek ve onun istifa etmesi gerektiğine ilişkin farklı sebepler aramak yerine onlara nasihat etmeliyiz.



Allah Resulü(s.a.v) dedi ki:



"Bütün Âdemoğlu hata yapar. Onların en hayırlısı hata edip tevbe edendir."



Bazı Müslümanların kısa görüşlü ve yanlış anlayışlarından dolayı çok sık yöneticilerle itaatsizlik ve anlaşmazlıklar olur. Bunun pek çok farklı nedeni vardır, örneğin Osmanlı Hilafeti'nin dağılma sürecinde milliyetçilik (kavmiyetçilik/ulusçuluk)...Bu fitne kökleşti ve Müslümanlar arasında yayıldı. Şeytan kılıklı münafıklar, Müslümanların zihinlerine milliyetçilik, ulusçuluk kavramını soktular, bunu yaparken birine şöyle dediler:



"Sizin Türklere, onların gücüne ve Halifelerine ne ihtiyacınız var? Siz kendi yöneticilerinize, idarenize, vilayetlerinize sahipsiniz, Muhammed sizin kavminize geldiğinde siz Türklere karşı kazanmıştınız. Ama şimdi sizi aranızdaki Türkler yönetiyor."



Ve diğer tarafa da dediler ki:

"Sizin Araplara ne ihtiyacınız var? Siz Türksünüz. Kendi Halifeniz, Sultanınız, otoriteniz var. Siz onlardan daha iyisiniz. Onlardan ayrılın. Sizin onlara ihtiyacınız yok fakat onların size ihtiyacı var." Vs.



Ve bu, Müslümanların zihinlerine çok güçlü bir şekilde yerleşti. Onların konsepti oldu, çok sağlam yerleşti. Yüzyıllar sonra bugün bile, bu fikirler hala varlığını koruyor.



Oysa Allah Resulü(s.a.v) şöyle buyurmuştu:



"Kim asabiyeye (milliyetçilik/ulusçuluk/kavmiyetçilik) çağırırsa o, bizden değildir. Kim asabiye için savaşırsa bizden değildir. Kim asabiye için öfkelenirse bizden değildir."
(Müslim)



Bu, aynı zamanda milliyetinden dolayı; siyah ya da beyaz olmasından, Tatar veya Rus, Çeçen ya da Arap vs. olmasından dolayı bir Emir'e itaat etmeyenlere göndermede bulunmaktadır.



Allah Resulü(s.a.v) buyuruyor ki:



"Muhakkak ki Arap'ın Aceme, Acem'in Arap'a; beyazın siyaha, siyahın da beyaza bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva ve salih amel iledir."



Yine bu, Müslümanların arasında Emirleriyle ilişkilerinde anlaşmazlık tohumu ekenlere ve komplo planları düzenleyenlere de değinilmektedir. Böyle kişilerden kurtulmak gerekir. Bunun kaynağı ise, Allah Resulü(s.a.v)'nün şu sözleridir:



"Sizler bir kişi etrafında birleşmişken birisi gelir ve sizi grubunuzu bölmek isterse onun kellesini vurun!" (Müslim)



İmam Nevevi(r.h.) diyor ki:



"Bu hadiste yöneticiye karşı gelen ve Müslümanları bölmeye çalışan birini öldürme emri vardır. Eğer uyarıdan sonra bu faaliyeti durdurmazsa onu öldürmek gerekir."



İmam Sanani(r.h.) de şöyle demiştir:



"Resul (s.a.v)'ün bu sözleri gösteriyor ki; Müslümanların etrafında toplandıkları bir yöneticiye karşı gelen bir kişinin, Allah'ın kullarına zarar vermesinin önlenmesi için öldürülmesine izin verilmiştir."



Müslümanlar arasında yöneticilerine karşı benzer anlaşmazlıklar yaratan kişi, fitneden ve Şeytanın kışkırtmasından etkilenmiştir. Böyle bir fitne, güçlü veya zayıf herkese dokunabilir. Lanetli Şeytanın böylesi kışkırtmalarına karşı tedbirli ve dikkatli olmak gerekir.



Her şeye kadir olan Yüce Allah(c.c.), Kur'an da şöyle buyuruyor:



"İnsanlar "iman ettik" demekle imtihan edilmeksizin salıverileceklerini mi sandılar?"

(Kur'an, Sure 29, "Ankebut" ayet 2)



Yukarıda ilahi metinlerden aktarılanların hepsi, Emire itaat etmenin tebaanın üzerine vacip olduğu hakkında net bir açıklama getiriyor. Bu, zorunluluktur (vaciptir) ve Emire itaat etmemek de Yüce Allah'ın azabına sebep olan, yasaklanmış bir eylemdir.



Bu yüzden değerli kardeşler, bizler bu fitne veya uyuşmazlık hakkında ve Şeytanın kışkırtmalarına karşı dikkatli olmalıyız. Birlik olup bölünmemeliyiz. Allah(c.c.)'ın mübarek Kuran'da buyurduğu gibi:



"Hepiniz Allah'ın ipine sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar"
(Kur'an, Sure 3, "Al-i İmran" ayet 103)



Biz de tıpkı bir insanın vücudu gibi tek bir Ümmet olmalıyız. Ve Kadir olan Allah(c.c.), aramızda fitne tohumları ekmeye çalışanlara lanet etsin! Ve düşmanlarımızı zayıflatıp yok etsin!



Ya Allah! Kafkasya'da ve tüm dünyadaki Mücahidlere yardım et!

Ya Allah! Onları esaretten ve ağır yaralardan kurtar!

Ya Allah! Onların ailelerini koru!

Ya Allah! Ulemamızı ve umeramızı koru!

Ya Allah! Kardeşlerimizi esaretten kurtar!

Ya Allah! Tutuklu Müslümanların durumlarını iyileştir!

Ya Allah! Kâfirleri ve bize karşı savaşan münafıkları kahret!

Ya Allah! Putin'i kahret! Ya Allah! Medvedev'i kahret!

Ya Allah! Kadırov'u kahret! Ya Allah! Yevkurov'u kahret!

Ya Allah! Tüm küfür önderlerini mahvet!

Ya Allah! Onların entrikalarını boz! Silahlarını kullanılamaz hale getir!

Ya Allah! Bize Senin Yolunda yakın bir zafer ve şehadet nasip et! Çünkü biz Müslümanlarız ve bizi Cennet Bahçeleriyle ödüllendir!



Âmin



Ve sonunda Hamd âlemlerin rabbi olan Allah'a; salât ve selam O'nun Nebisi Muhammed'e(s.a.v), ailesine ve ashabına olsun!



***



Şeyh Ebu İslam el Margilani'nin çalışmaları ve bazı ilavelere göre hazırlandı.



Kaynak: IslamDin

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Günümüzde; Cehâlet ve Putlaştırılan (ilahlaştırılan )İnsanlar

ÂYET

“Dinde zorlama yoktur. Hak bâtıldan ayrılmıştır. O halde kim tâğûtu inkâr eder ve ALLAH’a imân ederse, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. ALLAH hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.”
(Bakara Sûresi, 256.Âyet)

HADİS-İ ŞERİF


İbnu Amr İbni`l-As (r.a.)’den şöyle rivayet olunmuştur:

"Rasûlullah (S.A.V.) buyurdular ki: "ALLAH ilmi [verdikten sonra], insanların [kalbinden] zorla söküp almaz. Fakat ilmi, ulemâyı kabzetmek suretiyle alır. Ulemâ kabzedilir, öyle ki tek bir âlim kalmaz. Halk da cahilleri kendine reis yapar. Bunlara meseleler sorulur, onlar da ilme dayanmaksızın [kendi reyleriyle] fetva verirler, böylece hem kendilerini, hem de başkalarını dalalete atarlar." (Kütübü Sitte - 4138)

Konumuz Günümüzde CEHÂLET ve PUTLAR'dır. Müslüman birey kendisine vacip olan ilmi yani; İslam Dini'nin kaçınılmaz olarak bilinen meselelerini bilmemesi asla özür değildir. Bu dini kabul eden her şahıs Şer'i İlimleri talep etmek, öğrenmek zorundadır. Çünkü vacip olan ilmi talep etmek için gerekli çabayı sarfetmeyen ve kusurlu davranan kişilerin cehâleti mâzeret olarak kabul görmeyecektir.

Sizlerde bilirsiniz ki, ilmi bir konuda detaylı araştırma yapıp öğrendiğiniz bilgileri büyüklerinizle paylaştığınızda ilk olarak İslamı taklid ile yaşayanlar; "İki kitap okudun başımıza âlim kesildin, Biz dedelerimizden, ninelerimizden böyle bir şey görmedik, Siz bu âlimlerden daha mı iyi biliyorsunuz, Bu kadar âlim ve hoca bilmiyor da bir sen mi biliyorsun?" şeklinde nefsi itirazlarla muhatap olunmaktadır.

Siz "Alimlerin şahsi sözleri asla delil değildir. Delil ancak Kur'an ve Sünnet'tir." dediğinizde, muhatabınız da size "Bu kadar âlim Kur'an ve Sünnet'i bilmiyor da, sadece sen mi biliyorsun?" deme hakkı elbet vardır. Çünkü o câhilin söylemiş olduğu sözlerin aynî ile karşılık veriyor ve aynı tutumu sergiliyorsunuzdur.

Böylesi Câhili Toplumlar genellikle okuma, anlama adına hiçbir gayret sarfetmezler. İçinde yaşadıkları müşrik hale gelmiş toplumun da hâlen İslam Toplumu olduğu düşüncesi ile kendilerini kandırırlar.

Hatta bu dinin en temel kaynağı olan Kur'an'ın hükümlerini hiçe sayar bir şekilde hayatlarını tanzim eder, işlerine gelmeyen âyetleri görmezden gelir veya bu çağdaş zamanda (hâşâ) bazı âyetlerin uygulanamayacağından dem vururlar.

Zaten günümüzde yaşayan ve Tevhid Akîdesine sahip olan ve bu iki kaynak haricinde olanların dine karışmasına müsade etmeyen İslâm Alimlerinin kimler olduğunu dahi bilmezler. Çünkü dünya işlerine karışmayan, kendi emel ve arzusunu yapabileceği fetvâları verebilecek, dünyâperest Alim müsveddeleri peşinde gezer, "Siz dini hayatınıza tatbik edecek yerde, hayatınıza göre din tanzim etmişsiniz. Bu yaptığınız şu, şu yanlıştır." denildiğinde "Ben şu Hocaefendi, bu Tarikat Şeyhi, o Kanaat Lideri ne derse onu yaparım, eğer yanlış ise vebâli onun boynuna." der ve bile bile yaptığı günahlardan sıyrılmaya çalışırlar. Bilmiyor da cehâletinden bunu yapıyorsa da âlim de olsa o kişinin insan olduğunu, hatasız ve günahsız olamayacağını aklından geçirmez.

Günümüzde genelde ilim öğrenme artık bilgi dağarcığını geliştirme, veyahutta kendi fasid akîdelerine delil bulabilme adına, eski tanınmış ve doğru kaynaklardan cımbızla çıkarıp işlerine geleni alıp tamamına bakmayarak icraatlerini sürdürmek amaçlı olmuştur. Zaten elinizin altında hemen ulaşabileceğiniz bunca önemli kaynak varken yeryüzünde Müslümanların bu kadar âciz durumda olması öğrendikleri ilmi hayatlarına tatbik etmediklerine en açık delildir.

Öncelikle bilmemiz gereken şudur ki; şer'i bir hükmün tespiti ancak yine şer'i delillerle mümkündür. Şer'i delillere müstenid olmayan herbir söz ve görüş kesinlikle merduttur. Asli şer'i deliller KUR'AN ve SÜNNET ve Kur'an ve Sünnet'e istinad eden İcmâ ve Kıyas'tır. Alimlerin sözleri ise aslen delil değil, ilk iki kaynaktan delillendirilmeye muhtaçtır. Bir âlimin sözü asli bir delile dayanıyorsa bu bizler için hüccet hükmündedir. Bunun dışında hiçbir âlimin sözü şer'i bir delil olamaz. Alimlerin sözleri hepsi bir araya getirilerek öncelenmelidir ki, mutlak olanı şarta bağlı olanından, kapalı olanı ayrıntılarıyla açıklanmış olanından ayırt edilebilsin. Alimlerin sözlerinin durumu da şer'i nasların durumu gibidir. Bu âlimlerce ittifak edilmiş bir husustur.

Alimlerin sözlerinden hakkıyla istifade edebilmek için dikkat edilmesi gereken bir husus ta; zaman ve mekan değişimine dikkat etmek ve âlimin fetvasının illetlerini doğru bir şekilde tespit etmek gerekir. Bu zaruri bir durumdur, zira âlimin verdiği fetvanın kendi koşullarınca bir sebebe dayanması söz konusu olabilir, ancak aynı koşullar gerçekleşmediği sürece o fetvanın geçerli olması söz konusu olamaz. Bu fıkıh usûlünde"Zamanın Değişmesiyle Ahkâmın Değişmesi" başlığı altında uzun uzun incelenmiş, şartları ve sınırları tespit edilmiş bir konudur.

Özellikle aynı mezhebe bağlı âlimlerin, kendi Mezhep İmamlarına dahi birçok konuda muhalefet etmelerinin zaman ve şartların değişmesine, vakıanın farklılaşmasına bağlanması oldukça dikkate değer bir husustur. Örneğin sigara illetinin uzun yıllar sonra vücudu yıkıcı, öldürücü etkisinin görülmesi ve âlimlerce haram ilân edilmesine rağmen ve ABD/İsrail malı olsa da ben müslümanım diyen insanların din kardeşlerini öldüren, ülkelerini işgal eden çapulcu teröristlerin mallarını kullanıp, cebinden maddi destek sağladığını görmeyecek kadar câhil durumda mıdır ? yoksa cehâlete mi vurmaktadır. !

İslâm Âlimleri bizlerin herzaman başvurması gereken kimselerdir. ALLAH (c.c.) bilmediğimiz zaman öğrenmek için bizden daha iyi bilenlere başvurmamızı, ilim talep etmemizi, araştırıcı olmamızı, ilmin kaynağına vâkıf olma gayretinde olunmasını istemiştir. Ancak bunun gelişi güzel olması bir çok sıkıntı doğurmuştur. Bu sebeple dinini az bir pahaya satan, dine çeşitli hurafeler, israiliyatlar katan, şer'i konuları sulandıran, insanların kafalarını bulandıran, makam, mülk, dünya zenginliği peşinde koşan şarlatanlar da çoğalmış, koyun olma heveslisi avama çoban olarak boşluğu doldurmaya çalışmıştır.

Hiçbir âlim, hiçbir beşerin yazdığı kitap (bu bunun özetidir, tefsiridir dense de) Kur'an'dan ve Hz.Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'den üstün değildir. Bu sebeple onların kayıtsız ve şartsız her dediğini yapamaz, belirli şartlar ve sınırlar dahilinde istikâmet üzere hayatlarını tanzîm ederler.

Üstad ne diyorsa doğrudur, bizim kıt aklımız onun ne ilmine, ne ulvî makamına erişmez diyenler, Şeyhim, Şıhım, Önderim İslam'da yasak olanı emretse de bir bildiği vardır diyenlere cevabımız;

Asr-ı Saadetin II.Halifesi Adalet Timsâli Hz.Ömer (r.a.)'in "Eğer ben Kur'an ve Rasûl'ün çizgisi haricinde bir emir verirsem, hakk'tan adâletten ayrılırsam ne yaparsınız?" diye sorduğunda; Sahabelerden biri çıkıp "Sen eğrilir, hakk'tan, adâletten uzaklaşırsan, Seni kılıcımızla doğrulturuz." dediklerinde bunun üzerine Hazreti Ömer (r.a.) "Şükürler olsun ki eğrilirsem beni kılıçları ile doğrultacak kardeşlerim var" diye şükretmiş.

Herkes bu dini öğrenme imkanına artık sahip bulunmaktadır. Bu nedenle Kur'an'ı bilmemenin, öğrenip hayata tatbik etmemenin, öğrenmekten yüz çevirme veya işine gelmeme dışında herhangi bir gerekçesi yoktur.

Rabbimiz bizleri gaflete düşmekten muhafaza eylesin, öğrendiklerimizle amel etmemizi nasip eylesin inşaALLAH...

25 Nisan 2010 Pazar

Bir Çeçen Mücahidinin Annesine Mektubu


Kafkasya'nın özgürlüğü için Rus işgal güçlerine karşı verilen kutlu mücadelede şehid düşen Muhammed Seyfullah'ın annesine yazdığı mektup

Bismillahirrahmanirrahim

Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’adır, O’nu över, O’ndan yardım ve bağışlanma dileriz.Nefislerimizin şerrinden Allah’a sığınırız. Allah’ın doğru yola hidayet ettiğini kimse saptıramaz ve saptırdığı kimseyi de kimse hidayete yöneltemez. Şehadet ederim ki Allah’tan başka bir ilah yoktur ve Muhammed (s) O’nun kulu ve elçisidir!

Emma bad…

Esselamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu!


Sevgili anneciğim,

Selam ve esenlik üzerine olsun! Uzun zamandır düşüncelerimi ve duygularımı sana nasıl açacağımı düşünüyordum ve sonunda sana bu mektubu yazmaya karar verdim. Babam bu mektubumun sana hitap ediyor oluşundan rahatsız olmasın. Gayretinin ve özeninin farkındayım fakat her insana en yakın ve en sevgili olan kişi şüphesiz annesidir! Peygamber (s.a.v) “Cennet annelerin ayakları altındadır” buyurmuştur.

Allah’ın düşmanlarının öfkesini üzerine çekmemek –bunlar değişik sorgularla size saldırmaktan ve polisi çağırmaktan zevk duyacaklardır- ve akrabalarımı onların küfürbaz dillerine düşürmemek için mektubumda isim zikretmeyeceğim.

Beni meşakkatli ayların sonunda dünyaya getirdikten sonra sağlığım ve bugün bulunduğum konuma gelmem –Müslüman biri ve cenneti ve mağfireti arayan bir mücahit- için çektiğin onca şeyden dolayı sana şükran doluyum anneciğim; ve bana çocukluğumdan itibaren aşıladığın dindarlıktan ve yıllar süren eğitimim boyunca hiçbir şeye ihtiyaç duymamam ve yoksunluk hissetmemem için karşılaştığın onca zorluktan dolayı. Allah’ın inayeti ve senin çabalarının vesilesiyle çocukluğum boyunca yemeğim, elbisem ve başımın üstünde bir de çatım hazır oldu hep.

Rızık Allah’tandır fakat bunun vesilesi sen oldun. Bir çocuk için en önemli olan şeyi, anne babasının şefkat ve sıcaklığının eksikliğini hiçbir zaman hissetmedim. Bu yüzden Allah’a şükür, sizlere de teşekkür ediyorum her şey için!

Benim kıymetli annem,

Ömrünüzün önemli bir kısmı insanlara yanlış değerler ve ideallerin sunulduğu komünist bir küffar ülkesinde sarf ettiniz. Kâfirler insanların kalbindeki Allah korkusunu ortadan kaldırmak için ellerinden geleni yaptılar ve bu durum günümüzde de sürmektedir. Fakat Allah’ın nurunu söndürmeyi hiçbir zaman başaramayacaklar ve Allah’a hamd olsun ki O bizi dosdoğru yola hidayet etmiş ve bizleri kelimenin tam manasıyla Müslümanlar kılmıştır!

Kabardey, Balkar ve Karaçay halkının nasıl değiştiğini görmüyor musunuz? Onlar ki kendilerini Müslüman olarak adlandırıyorlar ve doğdukları günden beri şarabın ve domuz etinin haram olduğunu biliyorlar. Bu insanların utancına ne oldu? Ya insanlıklarına? Dindarlıklarından geriye ne kaldı peki?

Buna rağmen sizin nesliniz onur, büyüklere ve ebeveyne saygı, iffet vb. gibi kavramların mevcut olduğu dönemlere az çok şahit oldunuz, çünkü sizin anne babanız gizli de olsa namaz kılıyorlar ve çocuklarına dindarlık aşılamaya çalışıyorlardı.

Ben bile kızların başörtüsü olmadan dışarıya çıkmalarına utandıkları günleri hatırlıyorum. O günlerde erkekle yalnız görülmek rezalet sayılırdı. Sigara içmek gibi kötü adetlere sahip olan kişiler de bunu büyüklerinden gizlerlerdi, kendi yaşları az olmasa da. Küçük büyüğe saygı gösterirdi, yanlarında yemek yemeğe bile utanırlardı. Bir insanın hayâsı yoksa imanı da yoktur demektir. Ama kâfirler çok çalıştılar, Allah onları zelil kılsın! Bizim etnik Müslümanlarımızın ve Müslüman kadınların hayâsından geriye bir şey kalmadı.

Musa Mukozhev’in (Allah ona rahmet etsin) Cuma hutbelerinden birinde buyurduğu gibi: “Anne babalar kızlarını zinaya gönderiyor, sonra da bunda bir yanlışlık yok, çünkü bu adamı tanıyor diyorlar!”

Subhanallah! Çocuklarının cehennem ehli olmaları için ne de çok çalışıyorlar! Anne babalar çocuklarını kâfirlerin kanunlarınca idare edilen demokrasilerde büyütüyorlar ve bira ve sigara almaları için de harçlık veriyorlar onlara. Sonra da şöyle diyorlar: “Bunu nasılsa yapacak, en azından başkasından istemesin.” Çocuklar anne babalarının huzurunda sigara ve içki içiyorlar ve birlikte müstehcen filmler izliyorlar. Bu ebeveynler sonra da sokaklardaki bu imansızların, utançtan ve vicdandan yoksun acayip yaratıkların nereden çıktığına şaşırıyorlar! Hayır, bu durum hiç şaşırtıcı değil. Bu kâfirlerin açık bir politikasıdır; İslam’ı silmek ve Müslümanları ortadan kaldırmaya çalışmak. Günahkârlığı yaymak istiyorlar ki topraklarımızda küfrün kanunlarını ve şirki hâkim kılabilsinler!

Daha önceden kâfirler tarafından alçaltılmaya ve hakarete uğramaya hiçbir zaman izin vermeyen bu dağ halkı, bugün bir parça domuz eti için kâfir Rusya’nın hizmetçisi olmuş durumda.

Kâfirlerin rejimini kabul etmeyen ve zilletle yaşamayı reddeden ihlâslı Müslümanlar bugün kâfir Rus devletinin vatandaşları olmuşlar ve gönüllüce Hıristiyan bayramlarını kutluyor, paskalya yortusunda şarap içiyorlar.

Bunları benden daha önce defalarca kez işittiniz fakat bir kez daha sizlere söylüyorum ki evimden çıkıp Allah yolunda savaşanlara katılmak istediğimde bunları düşünüyordum. İnşallah beni duyar ve anlarsınız.

Bütün yapmak istediğim şey Allah’ın rızasını elde etmek. Bu mektubu da Allah rızası için yazıyorum, çünkü sizlerin benden yana mutlu olmanızı ve oğlunuzun Allah’ın kelimesini yüceltmek isteyen hizmetçilerinden biri olduğu için gurur duymanızı istiyorum. Düşün bir anne, benden ve diğer mücahitlerden başka gurur duyacağın bir şey var mı?

Bütün çabamız Allah’ın kelimesi yeryüzünde yücelsin diyedir. Allah’ın ayetlerinden ve vaatlerinden daha güzel bir şey olabilir mi? Bizler Allah’ın inayetiyle ülkemiz imansızlıktan temizlensin ve torunlarımız bütün bu kâfir ideolojilerin pisliklerini görmek zorunda kalmadan Allah’ın yasalarıyla yaşayabilsinler diye evlerimizden çıktık!

Sizler bana her zaman başkalarının önüne geçmememi, iyiliği emretmememi ve kötülüğü nehy etmememi istediniz. Çünkü bu durumda işten atılabilirdim, insanlar benden yüz çevirebilir ve bana radikal, vehhabi vs. diyebilirlerdi. Polis kayıtlarına girebilirdim… Fakat dinimizin temeli “emr bil maruf ve nehy anil münker”dir!

Herkes gibi olmak için benim de içki ve sigara içmem, küfretmem, pis şakalar yapmam, zina etmem ve para ve kariyer peşinde koşmam lazım. İyi düşünün, benim de bu zavallı insanlar gibi davranmamı ister miydiniz? Allah onları doğru yola hidayet etsin. Yoksa oğlunuzun amelleri nedeniyle cennetlik olmasını ve Allah yolunda şehitliği elde ederek sevdikleri için şefaat hakkını elde etmesini mi tercih edersiniz?

Bu kirden kurtulmak için başkaları gibi olamam. Ben başkalarına benzemek istemiyorum, ben Müslüman olmak istiyorum! Firdevs cennetlerini istiyorum ben! Bu dünyanın zenginliğini veya kariyeri Allah’ın müminlere vaat ettiği cennete nasıl tercih edeyim?

Allah’ın beni çamurdan kurtararak beni gerçek bir Müslüman kılmakla gösterdiği merhameti nasıl inkâr edeyim? Allah’a and olsun ki İslam içersinde geçirdiğim bir gün cahiliye içindeki yıllardan daha değerlidir, tek bir namaz da bu gezegendeki bütün zenginliklerden!

Hepinizin anlamanızı isterim ki bugün barışçıl Müslüman diye bir şey olamaz, çünkü kâfirler topraklarımızı işgal etti, değerlerimizi değiştirdiler ve şimdi de bizi dinimizden uzaklaştırmak istiyorlar. İslam’da “Git evinde namaz kıl, insanlardan uzak dur ve evinin dışında da kâfirlerin yasalarına göre yaşa” diye bir kabul asla yoktur.

Allah’a hamd olsun ki bizler Müslüman’ız ve Allah’ın kanunları altında yaşamak zorundayız. Dilediğimiz zaman ve mekânda camiye gideriz, sakal bırakırız ve başımızı örteriz. Açıkça marufu emreder münkerden sakındırırız ve Müslümanlardan aşağıda olmayı kabul eden kâfirlerden de cizye alırız. Dinimizle özgür bir şekilde amel edemediğimizdeyse Allah bizi yolunda savaşmaya çağırmaktadır.

O kadının öyküsünü hatırlayın, kurban vermek için saçından ve oğlundan başka bir şeyi yoktu hani! O da saçlarını kesti ve mücahitlere kamçı yapmak için gönderdi, oğlunu da savaşa yolladı! Oğlunun Allah yolunda öldüğünü öğrendiğinde ne kadar da mutlu olmuştu!

Ebu Bekir’in kızı Esma’yı hatırlayın! Yaşlı ve kör bir kadınken oğlundan elbisesindeki zırhını çıkarmasını istemiş ve “Cenneti isteyen biri öyle giyinmez!” demişti. Kendisini Allah yolunda öldürülünceye dek savaşmak için zorlamıştı!

Oğulları kâfirlerle yapılan savaşta şehit olduklarını duyunca sevinen ve “Şüphesiz biz Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz” diyen anneleri hatırlayın.

Sizler Allah ve Resulü için duyduğunuz sevgiyi oğlunuzun sevgisine tercih etmeli ve benim cihadıma yardım etmelisiniz. Günde beş kez Allah’ın huzurunda durmanıza ve gözyaşı dökmenize rağmen muhtemelen şehid olmam için hiç dua etmemişsinizdir!

İnsanların ne diyecek oluşunun sizin için bu denli önemli oluşu beni üzüyor. Cehalet ve kibir içersinde haktan yüz çevirmeye devam eden kişilerin hem de! Sizin için önemli olan kim, onlar mı yoksa Allah mı?

Bugün akrabalarımız sizden yüz çevirmişler ve zamanında onlara yardım eden ve onları seven sizler için bu çok zor bir durum. Fakat bugün sizlere ihtiyaçları yok ve bu toplumda, işe yaramaz sayılan yaşlı insanları herkes reddetmekte.

Benim için biriktirdiğiniz mallar, prestijli bir meslek sahibi olmam ve bu kirli toplumda saygı göreceğim yüksek standartlı bir hayata sahip olmam için gösterdiğiniz o çabaların hepsi boşa gitti! Uyan artık anne! Bizden daha önce yaşayanlar biriktirdikleri mallardan götürebilmişler mi öteye? Orada toplumdaki yüksek konumlar fayda veriyor mu? Allah’a and olsun ki hayır!

Kâfir politikalarla bize dayatılan yanlış yorumlar hakkında yeterince açık örneklere sahip değil miyiz? Ünlü işadamı Vasya Temkerov’u ve ailesini, saraylarını ve zenginliğini hatırlayın. Amellerinden başka bir şey götürebilmiş mi ahirete? Yahut Valeriy Kokov’u anımsayın, Müslümanlar ve Allah’ın dini karşısındaki savaşında ne kadar hevesli olduğunu, hak ettiği cezayı almaktadır bugün, benim bir şey söylememe gerek yok!

Makamı ona yardım etti mi? Cumhurbaşkanı ölmeyecek mi? Nerede hırsızlıkla biriktirdiği onca servet? Muhtemelen sadece ailesine yarayacak. Fakat hayır, Allah huzurunda herkes amellerinin karşılığını alacak ve yaptığı her şeyden sorumlu tutulacak!

Aynı zamanda, Allah’ın izniyle şimdiki cumhurbaşkanı Arsen Kanokov da cezasını görecek. Belirsiz serveti ona yardım etmeyecek, ne başkanlık koltuğu, ne ailesi, ne de Putin veya Medvedev! Hiç kimse! Kendi hesabına sadece faizle ve kumar makinelerinden kazandığı kirli paralar kalacak!

Bütün yaptıkları İslam’a ve Müslümanlara ihanetten ibarettir. Haram para ile cami yaparlar, sonra da altın kubbeli bir kilise. Müslüman bir adam camileri kapatarak kâfir tapınağı yapar mı? Rusya’nın Nalçik’te kurduğu FSB merkezinin açılış töreninde boynuna takılan haçlı madalya da kıyamet günündeki terazisine konulacak!

Bu gerçekten çok az kimsenin haberi var çünkü tıpkı diğer gerçekler gibi insanlardan gizlenmiş durumda. Kendisine Moskova Patriği tarafından Sergius Radonezh madalyası verildi, bir de Rusya’nın Kabardev-Balkar bölgesine girişinin 450. Yıldönümü şerefine (!) başka madalya. Fakat kendisinin diğer tiranların sahip olmadığı bir avantajı var, hala sağ ve âlemlerin Rabbi’ne tövbe edebilir.

Ben de sizinle yaşamak ve size bakmak, tarımla uğraşmak ve çocuklara İslam dersi vermek ve Allah’a ibadet ederek barışçıl bir hayat sürdürmek isterdim ama Müslümanların içinde oldukları bu durumda ve topraklarımıza Allah’ın değil de küfrün kanunları hâkimken bunu yapamam.

Ben sizin benden razı olduğunuzu işitecek bir konumda değilim. Hakkınızı helal edin. Eğer bunu Allah’a söylerseniz bu benim için yeterli olacaktır.

Her şey için sizden helallik diliyorum, ama bu yolu seçtiğim için pişman değilim. Bilakis beni Firdevs Cennetlerine sevk edecek bir ödül beklemekteyim Allah’tan. Beni kendi yolunda cihada yönelttiği için Allah’a şükrediyorum! Allah kulları arasından en iyilerini seçer ve onları Müslüman kılar! Müslümanlar arasından da en iyilerini seçer ve onları mücahid yapar! Mücahidlerin en iyileri de şehid olurlar!

Biz Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz”

Allahu Ekber! Allahu Ekber! Allahu Ekber!

Muhammed Seyfullah

21 Nisan 2010 Çarşamba

Ümmeti Kalkindirma Projesi : Hasan El Benna


Mısır İhvan-ı Müslimin Hareketi eski Genel Mürşidi Üstad Muhammed Mehdi Akif yazdı.


Hamd Allah’a mahsustur, salât ve selam resulullah’a ve kendisinden sonra gelen müminlere olsun.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir." (Ahzab-23)

Yüce Allah ümmet arasından benzeri görülmemiş önderler ortaya çıkarır. Allah onları korur, onların etrafındaki insanların kalplerini onlara ısındırır. Böylece ümmeti ihya etme, kalkındırma ve ümmetin konumunu yüceltme görevini hep birlikte yerine getirirler.

Filistin şehidi imam Hasan el Benna Mısır’ın ve İslam ümmetinin kalkınması için çocukluğunun başından beri hayatını bu davaya adayan bir önderdi.

Mısır’da başlayıp daha sonra tüm dünyada milyonlarca insanı etrafında topladığı ümmeti kalkındırma projesini şu üç madde üzerine kurmuştur.

1 - Bizler, İslâmi hükümlerin, insanların dünyevi ve uhrevi tüm işlerini düzenleyecek nitelikte umumî olduklarına inanıyoruz.

İslâm, inanç ve ibadet; din ve devlet; madde ve mana; vatan ve milliyet; kitap ve kılıçtır.

Kur'an-ı Kerim bütün bunları dile getirmekte, İslam'ın özü olarak kabul etmekte ve bu esaslara uymayı emretmektedir. Nitekim şu ayet-i celile bunlara işaret etmektedir: « Allah'ın sana verdiği şeylerle (onun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu gözet, dünyadaki nasibini de unutma. Allah'ın sana iyilikte bulunduğu gibi, sen de iyilik et. » (Kasas-77)

2 – Bütün bunlara ilaveten Müslüman Kardeşler, İslam esaslarının temelinin ve kaynağının Allah’ın kitabi ve Resulullah'ın sünneti olduğuna iman ederler. Eğer Müslümanlar bu iki kaynağa sımsıkı sarılırlarsa elbette ki doğru yoldan sapmazlar. Yine Müslüman Kardeşler, İslam'la alâkası olduğu sanılan birçok ilim ve görüşlerin icat edildikleri asırların damgasını taşıdıklarına ve bunların o dönem muasırlarının fikirlerini yansıttıklarına inanırlar.

Bunun içindir ki, İslami hükümlerin net ve asli kaynaklardan alınması gerekir. İslamı, peygamberimizin, Sahabelerinin ve onlardan sonra gelen Tabii'nin anladığı şekilde anlamamız lâzımdır. Keza, Allahu Teâlâ’nın ve Resulünün çizdikleri sınırları aşmaktan kaçınmamız gerekir, ta ki, kendimizi Allah'ın emretmediği şeylerle bağlamayalım; asrımızı kendisiyle bağdaşmayan asırların görüşüyle bağlamaya zorlamayalım, zira İslam, bütün çağların dinidir, yalnızca bir asrın değil.

3 - Müslüman Kardeşler, evrensel bir din olarak islamın tüm zaman ve zeminlerde toplumların hayatlarını düzenleyecek bir din olduğuna inanırlar. İslam, özellikle dini konularda detaya girmeden sadece genel kurallar koyar ve insanlara bu kaideleri nasıl uygulayacağını gösterir.

İslâm, koyduğu genel kaidelerin tam ve doğru bir şekilde uygulanması için nefis terbiyesine ciddi bir önem vermiştir. Çünkü insanın bu yönü sistemlerin kaynağı, düşünme ve yapılandırmanın değer ölçüsüdür. (Bakınız: 5. kongre risalesi)

İmam el Benna, Müslüman kardeşlerin kalkınma projesini işte bu üç temel üzerine inşa etmiştir. Bu projenin en önemli özellikleri Rabbani, kapsayıcı, yapıcı, sade ve esnek oluşudur. Bunlar aynı zamanda İslam’ın en önemli özellikleridir. Şüphesiz imam el Benna Müslümanların tarihi süreçlerini iyi tahlil etmiş ve İslam devletinin sahip olduğu üstün güç ve otoriteye rağmen, çözülmesine sebep olan en önemli nedenler üzerinde durmuştur. Sonunda hicri 6. asırda bu devletin varlığı, ilk olarak Tatarlar tarafından parçalanmıştır. Ve daha sonra ikinci defa hicri 14. asırda yabancı güçler gelmiş, bu devletin varlığına son vererek ardında birlik ve beraberliğe hasret kalan ve kalkınma gayreti içerisinde olan dağınık kavimler ve küçük devletler bırakmıştır.

Gerçek şu ki: tedaviden önce hastalığı teşhis etmek çok önemli bir aşamadır. İşte bu, İmam el Benna’nın çizdiği yoldur. İslam devletinin özündeki çözülmenin başta gelen önemli sebeplerini o, şöyle beyan etmiştir.

1. Siyasi ve etnik ayrılıklar, liderlik ve şöhret sevdası,

2. Dini ve mezhebi ayrılıkların meydana gelmesi ve dinin akide ve amel olarak değil, kuru ve cansız bir takım kelime ve ıstılahlar şeklinde anlaşılması, Allah’ın kitabının ve Resulullah’ın (s.a.v.) sünnetinin ihmal edilmesi, fikir ve düşüncelerde taassub ve donukluk, gereksiz tartışma ve münazaraların yapılması,

3. İnsanların gösteriş ve şatafata (lükse) dalmaları, mal ve şehvetlere aşırı yönlenmeleri,

4. İktidar ve yönetimin (Halifeliğin) Arap olmayan, o sıralar doğru İslami anlayışı tatmamış ve manasını zor ettikleri için Kuran’ın nuru ile kalpleri henüz tam aydınlanmamış kimselere geçmesi,

5. Ameli ve kevni ilimlerin ihmal edilmesi, tüm gayret ve çabaların, sonuç vermeyen felsefi tartışmalar ve faydasız hayali tasavvurlarla heba edilmesi,

6. Yöneticilerin, iktidar güçlerine güvenmeleri ve diğer milletlerin toplumsal kalkınmalarına ayak uyduramamaları. Bu sebeple diğer milletler her konuda Müslümanları geçerek onları gafil avladılar,

7. Müslümanların, düşmanlarının hilelerine kanmaları, yaptıklarını beğenmeleri, onların hayat şartlarına hayran kalmaları, hiçbir faydası olmayan konularda onları taklit etmeye yönelmeleri.

Oysaki İslam, onlara benzemeyi şiddetle nehy etmekte, onlara muhalefet etmeyi açıkça emretmekte, İslam ümmetini güçlendirecek değerlerin korunmasını teşvik etmektedir. (Bakınız: Geçmişten günümüze Risalesinden)

Daha sonra İmam el Benna, kalkınmakta olan bir ümmetin ihtiyaç duyduğu sistemler, normlar ve duygular noktasında, bütün Müslüman ve Arap’ların, bunun da ötesinde tüm insanların gözünde herhangi bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde İslam'ın onlara nasıl destek çıkabileceğini ve İslami bakışın avantajlarının ümmete çok büyük yararlar sağlayacağını izah etmiştir.

Çünkü bu İslami bakış, daha önce denenmiş ve tarih bunun geçerliliğine tanıklık etmiştir. Vatanseverlikle öğünmek ve milliyetçilikle gururlanmaktan ziyade, islamın ruhlardaki kutsallığı ve istikrarı nedeniyle, herkes onu kolayca elde edebilir, anlayabilir ve hayatını ona göre sürdürebilir. Böylece bizler de hayatımızı, başkasının prensip ve ölçülerine göre değil de kendi kural ve ölçülerimize göre inşa etmiş olacağız. İşte bu, siyasal bağımsızlıktan sonra hayati ve sosyal bağımsızlığın en iyi anlamıdır.

Şüphesiz bu metot üzere hareket etmek ve kalkınmayı İslami temeller üzere inşa etmek, İslam birliğini güçlendirecektir. Ve bu kapsamlı metot, ümmetlerin yaşam sistemlerini şu iki önemli temel üzerine yerleştiriyor.

1. Uygun ve yararlı olanı almak,

2. Zararlı olandan da kaçınmak.

Daha sonra İmam el Benna kalkınmakta olan İslam ümmetinin gereksinim duyduğu tüm temel ihtiyaçları İslam’ın nasıl kapsadığını "Nura doğru’’ risalesinde bizlere şöyle açıklamıştır:

1. İSLAM VE UMUT


Gelişmekte olan ümmetin büyük ve geniş bir umuda gereksinimi vardır. Kuran, umutsuzluğa kapılmayı küfre giden yol olarak saymış ve Allah’ın Rahmetine güvenmemenin bir yansıması olarak değerlendirmiştir.

Nitekim Allah (cc) bizlere şöyle buyurmaktadır: "Biz ise o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları ( mukaddes topraklara) varis kılmak istiyorduk’.’

"O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz.’’(zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz.)

2-İSLAM VE MİLLİ ONUR

"Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.’’

"İşte böylece sizin insanlığa şahit olmanız için sizi mutedil bir ümmet kıldık.’’

"Asıl üstünlük, ancak Allah’ın, peygamberinin ve Müminlerindir’.’

İslam, şu unsurları vatan olarak nitelendirilir:

a. Kişinin, üzerinde yaşadığı toprak parçası,

b. Tüm İslam toprakları ki bunlar her Müslüman için bir vatan parçasıdır,

c. Müslümanların kanları ile oluşturduklardı ilk İslam devleti de tüm Müslümanlar için bir vatandır,

d. Daha sonra bu vatanın sınırı öyle bir genişler ki, nihayet tüm âlemi kapsar. Böylece tüm Âlem, Müslüman’ın vatanı olur.

İşte böylece İslam, insanlık için getirmiş olduğu hayırlarla yerel ve evrensel milliyetçiliği tam orta yerde bir birleştirmiş oluyor.

"Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.’’

3-İSLAM VE ORDU

İslam, güçlü bir orduya sahip olmayı mühkem farzlardan saymıştır. Bu farzı namaz ve oruç farzlarından ayırmamıştır.

4- İSLAM VE TOPLUM SAĞLIĞI

"İlimde ve bedende ona üstünlük verdi’’. Bu konuda Resulullah, (sav) sahih bir hadisi şerifinde şöyle buyurmaktadır: ‘’Kuvvetli mümin zayıf müminden daha hayırlıdır’’ ve yine Rasullullah (sav) başka bir sahih hadiste: ‘’Bedenin de, senin üzerinde hakkı vardır’’

5-İSLAM VE İLİM


İslam dini, göç ve kuvvete verdiği önem kadar ilme de önem verir. Ve ilmi bir fariza olarak kabul etmiştir. İlk inen ayetler bu gerçeği fazlasıyla teyit etmektedir: ‘’ Oku! Yaratan rabbinin adı ile oku."

6-İSLAM VE YÜCE AHLAK


Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Nefsini kötülüklerden arındıran kesinlikle kurtuluşa ermiştir. Kendini fenalıklara gömen kimse de ziyana uğramıştır."

"Şüphesiz bir toplum kendilerini değiştirmedikçe, Allah onların durumlarını değiştirmez.’’

7-İSLAM VE İKTİSAT


Hiç şüphesiz ekonomik faaliyetler, bu asrın en önemli (beşeri) faaliyetlerindendir. İslam, bu konuda da ilgisiz kalmamıştır. Bilakis ekonomik ilişkilerin sınırlarını belirlemiş ve meşru çerçevede iktisadi bir hayat öngörmüştür. Faizi ve karaborsayı yasaklamış, alış verişi ise helal kılmıştır.

8-İSLAMIN GENEL İLKELERİ

İslam; fert, aile, gayr-ı resmi ilişkiler, fertlerin ve toplumların bir birleri ile olan ilişkileri itibari ile dünyanın şimdiye kadar gördüğü en mükemmel ve en faydalı düzeni getirmiştir. Bunun en önemli ispatı, yaşanmış tarihi olaylar ve toplum hayatımızın her alanıyla ilgili yapılan araştırmalarıdır.

İslam’ın egemen olması durumunda gayrı Müslüm azınlıkların haklarının kaybolacağını, özelde batılılarla ve genelde tüm insanlarla Müslümanların ilişkilerinin bozulacağını edenlere reddiye olarak İmam diyor ki; Muhakkak İslam, azınlıkları muhafaza için şer’i prensipler belirlemiştir. Bunlardan birisi de şudur. "Allah, sizinle din hususunda savaşta bulunmamış ve sizi yurdunuzdan çıkarmamış kimselere iyilik etmenizden ve onlara adalette bulunmanızdan sizi menetmez. Şüphe yok ki: Allah, adalette bulunanları sever." (Müntehine–8)

İslam bütün insanlığın birliğini şu ayetle kutsal saymıştır: “Ey insanlar! Muhakkak ki, biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık ve sizleri kavimlere ve kabilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız. Şüphe yok ki, sizin Allah katında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Muhakkak ki, Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır." (Hucurat-13)

Şu ayette de dini birliği kutsal saymış ve ırkçılık hükmünü kaldırmıştır. “Söyleyiniz ki, biz, Allah'a ve bize indirilmiş olana ve İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup’a ve torunlarına indirilmiş olana ve Musa ile İsa'ya verilene ve peygamberlere Rableri tarafından verilmiş olan şeylere iman ettik, biz onlardan hiç birinin arsını ayırmayız ve biz ona –Allah hâlisane itaat eden kimseleriz." (Bakara–136)

Sonra bilhassa bu ayetinde dini birliği övünme ve düşmanlık olmadan kutsal saymıştır.

“Müminler, muhakkak ki, kardeşlerdir. Artık kardeşlerinizin arasını düzeltiniz ve Allah'tan korkunuz, tâ ki: Siz rahmete erişesiniz." (Hucurat-10).

Sonra Müslümanlar olarak kimlere karşı boykot uygulamamız gerektiğini şu ayette net bir şekilde beyan etmiştir.

“Allah, sizleri ancak din hususunda sizinle muharebede bulunmuş sizi yurdunuzdan çıkarmış ve sizin çıkarılmanıza yardım etmiş olan kimselere dostlukta bulunmanızdan men eder ve her kim onlara dostlukta bulunacak olursa işte zâlimler onlardır." (Mümtehine-9)

Batı ve batılılar ise, eğer bizim hakkımızda kötülük düşünüyorlarsa ister İslam’a tabi olalım, ister ayrı bir dine tabi olalım yine de bizden razı olmazlar. İşte bundan dolayı, İslam kuralları üzerine inşa edilmeyen şu ana kadarki tüm kalkınma planları başarısız olmuşlardır.

Doğunun kalkınma prensipleri ile batının ile aynı kalkınma prensipleri aynı değildir. Din adamları bizzat dinin kendisi değildir.

İslam’ın önerdiği kalkınmanın temelde seçkin ahlak, köklü bilim ve kuvvete dayanması gerekir.

Tüm alanlarda pratik adımlar atarak, sabırlı davranmamız ve engelleri aşmamız gereklidir.

Biz biliyoruz ki; Gayret varsa yol netleşir. Allah’ın izni ile iradesi güçlü olan ümmet eğer hayır yolunu tutarsa isteğine ulaşır. Allah bizimle beraberdir, o zaman kalkınmaya yönelelim.

İhvan-ı Müslimin Genel Mürşidi Muhammed Mehdi AKİF'in İhvan-ı Müslimin'in resmi web sayfasında yayınlanan bu analizi, İsra Haber için Ahmet KILIÇ tarafından tercüme edilmiştir.

29 Ocak 2010 Cuma

..Mücadele..


MÜCADELE

Kanımın son damlasına kadar mücadele!

Din-i Mübini İslam payidar oluncaya dek mücadele!

Firavun ve Nemrut taslaklarının kin, nefret, vahşet

ve kan kokan borularını param parça edinceye dek mücadele!

Kur’an-ı Azimüşşan hükümran olana dek mücadele!

Putların kökünü kazıyıncaya dek mücadele!

Müslümanın kanını emen vampirlerin dişlerini sökene dek mücadele!

İnaçsızlara karşı inadina minik yürekler yetişmesi için mücadele!


Filistin toprakları, Afganistan dağları, Çeçenistan sahraları,

Basranın insanları düşman istilasından kurtulup,

İslam’ın fethiyle müjdelenene dek mücadele!

Mescid-i Aksa ve Ayasofyanın zincirli ve kilitli kapılarının anahtarlarını

Selehaddin Eyyubilere, Sultan Fatihlere teslim edene dek mücadele!

Zulmün dönen çarkını, zalimin saltanatını, despotların tahtını

darmadağan edene dek mücadele!


Varım Mücadeleye !!!


VARMISINIZ MÜCADELEYE?!?!


Kavgamız Allah için, sürecek sonsuza dek

Ya Rab nasib et bize, Şeriat için ölmek

Korkumuz yoktur asla işkenceden ölümden

Kellemi kesselerde taviz vermem dinimden

Şehadet Karanfillerim


Özgürlük tutkunu, esiri benim
Gözümde AKSA'nın benim
Elimde şehadet karanfillerim
Yıllardır umutla bekler gözlerim

Fikrimde bilenir her nur mermisi
Kalbimin kalsa da son bir nefesi
Bu yolun bulunur bin divanesi
Özgürlük yolunda ümitle bekler

Özgürlük tutkunu, esiri benim
Gözümde AKSA'nın benim
Elimde şehadet karanfillerim
Yıllardır umutla bekler gözlerim


Ecelim sararken güvercin kanat
Alnıma yazılır ölümsüz ayet
Kalmde başlarken bir yeni hayat
Rüzgarlar fısıldar şehid şehadet

Özgürlük tutkunu, esiri benim
Gözümde AKSA'nın benim
Elimde şehadet karanfillerim
Yıllardır umutla bekler gözlerim